Eğer bir D-SLR fotoğraf makineniz varsa ve şu aralar ikinci bir lens almaya niyetlendiyseniz vay halinize..!
Vay halinize diyorum diyorum çünkü zaten bilinen üreticilerin (Canon, Sigma, Tamron...) sunduğu seçenekler karar vermeyi zaten güçleştirirken şimdi bir de "Full Frame - APS-C Size" lens mevzusu çıktı ortaya...
Uzatmayayım özelte konu şu; Malumunuz Prosumer segmentinde satın yaklaşık 800-1200 USD aralığında satın alınabilen D-SLR makinaların üzerlerine düşen ışığı/görüntüyü sayıllaştıran ve klasik SLR makinalardaki filmin yerini tutan "alıcı"ların ölçüleri teknik, ekonomik ve piyasa koşullarından dolayı şu anda 35mm fotoğraf filmi karesinden daha küçük. Dolayısıyla SLR makineler için yıllardır üretilen lenslerin filme/alıcıya düşürdüğü görüntü 35mm fotoğraf filmi karesini kapsayacak kadar büyük. Ancak D-SLR makinelerde bu lensleri kullandığımız zaman -ki kullanılıyor zaten- SLR makinelerde görüdüğümüzden daha küçük bir çerçeve görüyoruz bu da lensin aynı açılarda SLR ve D-SLR makinelerde kullanıldığında farklı sonuçlar elde edilmesi demek.
Her neyse, aslında ortada bir sorun yok D-SLR kullanıcıları mutlu-mesut(!) SLR lenslerini kullanırken şimdi de lens üreticileri yukarıda bahsettiğim küçük alıcılı (APS-C Size) D-SLR makinalar için özel olarak üretilmiş lensleri patır patır piyasaya sürmeye başladılar.
E bundan sana ne -ve bize ne- diyebilirsiniz de mesele şu, yeni çıkan APS-C size lenslerden alırsak ve ileride prosumer D-SLR makinaların alıcıları 35mm film karesi ölçüsüne büyüse ne olacak..? Tabii ki elimizdeki lenslerle çektiğimiz fotoğraflar bri borunun içerisinden bakıyormuşuz gibi dört bir köşesi kapkaranlık olacak..!
Bu konuda Bob Atkins güzel bir yazı yazmış, aslında bir sürü insan yazmış da ben açıkçası bu yazıdaki öngörüleri anlamlı buldum.
30 Haziran 2005
20 Haziran 2005
"Yeni" Yeni Rakı
Tasarım alemlerinin doğal duayeni, örnek insan Mete Ahıska'nın ki kendisi dost meclislerinde Mete Dobushka diye de bilinir, Yeni Rakı'nın "Yeni" şisesini tasarlayan iki tasarımcıdan birisi olduğunu öğrendim..!
Tahminim odur ki kendisi bu iki kişilik takımda tüm mütevazi kişiliğiyle küçük rakı şişesini tasarlayan kişidir :) Malumunuz büyük rakı kendini bilmezlerin "Üç büyük içtim yine de birşey olmadı..." ve benzer had bilmez laflarıyla lüzumsuz bir içmece ölçüsü olmuşken küçük rakı tıpkı kendisi de mütevazı bir insan olan Mete Ahıska gibi keyif için içenlerin mütevazi tercihidir...
Konu ile ilgili olarak Mete Ahıska hakkında ve gıyabında atıp tutmayı kendilerine hak gören iki densiz siber karakterin diyaloğu ise az önce şu şekilde gerçekleşmiştir:
Martin Mystere : Abi milenyumun İhap Hulusi'si diyebilir miyiz Mete Ahıska için..?
Ogo : Hehe
Ogo : Abi geleneksel rakı içicilerinin yureğine su serpmek lazım.
Ogo : Bunu yapan da rakici muhabbetci adamdir diye !
Yeni Rakı'nın üreticisi Mey A.Ş.'nin konu ile ilgili basın duyurusuna bu linkten ulaşabilirsiniz...
17 Haziran 2005
Microsoft Windows XP RAW Viewer
Microsoft, dijital fotoğraf makinesi kulllanıcılarına büyük kıyak yapmış. Hatırlarsınz RAW formatının ne kadar fevkalade birşey olduğuna dair burada ahkam kesmiştim. Birkaç gün öncesine kadar Windows XP işletim sistemi RAW dosyalarını third-party yazılımlar olmadan okuyamıyordı. Microsoft'un yukarıda bahsettiğim kıyağı ise Windows XP için yayınladığı RAW Viewer uygulaması oldu. Bu eklentiyi kurunca Windows Explorer'da RAW imajlarınızı thumbnail olarak görebiliyor, üzerine klikleyince tıpkı Windows Picture and Fax Viewer kullanır gibi açabiliyorsunuz.
Windows XP için RAW Viewer eklentisine buradan ulaşabilirsiniz, sonra demedi demeyin 50 MB civarında bir dosya...
Windows XP için RAW Viewer eklentisine buradan ulaşabilirsiniz, sonra demedi demeyin 50 MB civarında bir dosya...
15 Haziran 2005
Statü Endişesi | Alain de Botton
Bu kitap, hepimizin içini kemiren ancak pek nadir ifade edebildiğimiz bir korkuyu su yüzüne çıkarıyor: Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü korkusu. Başarısızlığımızın toplum tarafından acımasızca yargılanacağı hissi. Bir başka deyişle bu kitap, evrensel bir endişeye, statü endişesine ayna tutuyor.
...
Kitabı okuyanlar, belki yıllardır ruhlarını kemiren statü endişesinden arınmış olacaklar.
Üstteki paragrafı tahmin edebileceğiniz gibi kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısından aldım. Beni tanıyanlar tanıtım yazısında "arınma" sözü veren bir kitabı nasıl aldığımı merak etmişlerdir çünkü bu tür kitapları alanlara bir kamyon laf edip dalga geçerim sürekli...
Bir süre önce hafif.org'da fil'in Statü Endişesi hakkında yazdığı ve kitabın yazarının sunuculuğunu yaptığı belgeselinin de olduğuna dair yazıyı okuyunca bu kitabın ve yazarın ismini nereden duydum diye düşündüm ve sanırım bu kitabı alacak olmam kaderime o an yazıldı.
Kaderime yazıldı diyorum çünkü hayatımın belli -daha çok keyifli- dönemlerinde bazı kitaplar bana kitapçı raflarından, gazete yazılarından, arkadaş sohbetlerindeki cümle aralarından göz kırpar ve konusuna, yazarın adına, kapak tasarımına takılıp kendisini bana mutlaka satın aldırır. Bu durum çok da sıkça başıma gelmez ama geldiği zaman da bu kitaplar yüzünden okuma planlarım alt üst olur elimdeki kitapları bırakır başka hayallere, dünyalara dalarım.
Statü Endişesi de kitabın adını ilk okuduğum andan itibaren beynimin bir kenarında ama her an ortaya çıkıp beni al dercesine kendisine bir yer buldu ve daha sonraki günlerde gazetelerde kitaba yapılan göndermeler ve kitap eklerindeki eleştirileri de okuyunca "Tamam..!" dedim kendi kendime "Bu kitabı almalıyım artık...".
Ve itiraflar... Kitabı önce her zaman gittiğim kitabevinde biraz evirip çevirince arka kapağında yukarıda alıntıladığım yazıyı okudum ve son cümledeki "arınma" lafını görünce kendime bu tür bir kitabı almayı yediremeyip onu cezalandırırcasına raflardaki yerine koydum ve rastgele -ve hala okumadığım- bir kaç tane kitap alıp çıktım. Öyle ya, ben böyle "Hayatın kullanım kılavuzu" kıvamında kitaplar okuyan biri değildim ki, mazallah bu kitabı alsam yarın bir gün gider " 40 günde kendi sevilen insan olun" filan gibi abuk sabuk kitaplar da alırdım... Pamuk ipliğine baplı bu iç dengemi sarsmadığım için kendimi iyi hissettiğim bir kaç gün geçirdim bu kitap almama günümden sonra... Ve fakat başta da dedim ya bu kitabı alacağım kaderime yazılmıştı ve bir kaç gün sonra ıvır zıvır şeyler sipariş etmek üzere girdiğim ideefixe.com'dan kitabı satın alıverdim...
Her neyse, kitap beraberindeki ıvır zıvırla birlikte bir kaç gün içerisinde geldi ve okunmayı bekleyen kitaplar arasında densizce en üst sıraya yerleşti ve bir kaç günlük karşılıklı bakışmadan sonra kendisini okutturmaya başladı...
Evet kitabı okumaya başladım ama bu aşamada "Statü Endişesi" ve kendimden bahsetmek istiyorum. Kitabın adını ilk gördüğüm andan okumaya başladığım zamana kadar kendime "Ulan bende kesin statü endişesi var... Etrafıma bakıyorum, sevdiğim ve hala yakınımda olmasını istediğim insanlarda da var... Sürekli ne oluyoruz ve ne olacağızı konuşuyoruz" şeklinde tespitler yapmaya başladım. Kitabı alana kadar kendime "İleri düzeyde statü endişesörü" teşhisi koymuştum bile..! (Teşhişin adı bana ait, henüz latince bir isim uyduramadım bu yüzden literatüre girmesi biraz gecikebilir.)
Tekrar kitaba dönüyorum... Bir kere önce yazarından bahsetmek lazım galiba; Alain de Botton, 1969 İsviçre doğumlu ama İngiltere'de yaşayan bir kardeşimiz, arkadaşımız... Arkadaşımız diyorum çünkü bu şahış gelse şurada üç beş gün kalsa karışık pizzalarımızı yedikten sonra irmikli pudingimizi yesek ardından da kaju yerken biralarımızı içsek kesin çok yakın arkadaş oluruz kendisiyle...
Genç olduğu için bazı yabancı eleştiri sitelerinde (Bookmarklarımı da sahip olduğum diğer herşey gibi son derece düzensiz sakladığım için bahsettiğim bu siteleri bulamadım, adları neydi hatırlayamadım ama google'dan search edip bulmuştum. Tekrar bulayım dedim ama üşendim, bu aşamada sadece yemin ederek yazıya devam etmek istiyorum; Valla var öyle siteler, oorda okudum bunları!) tecrübesiz ve çok fazla alıntı yaparak kendisinden hiçbir şey katmadan yazan bir yazar hatta derlemeci olduğundan bahsediliyor.
Gerçekten de bu eleştirileri okuduktan sonra geriye dönüp baktığımda kitapta çok fazla alıntı olduğunu gördüm ancak okurken bunun beni hiç rahatsız etmediğini farkettim. Belki de bu tür kitapları pek okumadığım için bana değişik geldi ama yazarın tarzı bana okurken bir kitap okuyormuşum değil de sürükleyici bir televizyon programı hatta belgesel izliyormuşum izlenimi uyandırdı. Bunu şikayet olarak söylemiyorum, bu kadar alıntıyı kolay okunur bir kurgu içerisinde yoğurmak hiç kolay değil, hele hele konuları sadeleştirerek bu kurgu içerisinde sunmak gerçekten zor iş bence... Bunları düşünürken kitabın belgeselinin de çekildiğini hatta sunuculuğunu da yazarın kendisinin yaptığı geldi aklıma ve kişisel web sitesine göz atınca aslında Alain de Botton'un televizyon programcılığına da hiç yabancı olmadığını gördüm. Bu çok alıntılı, çok girdili ama sadeleştirilmiş anlatım ve kurgu benim kafamda televizyon içeriği üretimiyle çok örtüştü, bu konuda kitabı okuyan diğer insanlar ne düşünüyor merak ediyorum açıkçası...
İçeriği gelelim yavaş yavaş; Kitap "Statü Endişesinin Nedenleri" ve "Çözümler" olmak üzere iki bölüme ayılmış. Ben endişemin nedenleri olarak "Beklenti" , "Meritokrasi" ve "Güven" başlıklı alt bölümleri benimsedim kendimce, bunlar teşhisimi doğrulamama yardımcı oldular :) Kitabın nedenlerin anlatıldığı ve konuya ait temel bilgilerin verildiği ilk bölümünde fazla bahsetmeyeceğim, söylediğim gibi kolay okunan bir kitap, alınız, okuyunuz...
Kitabın "Çözümler" başlıklı ikinci bölümü oldukça ilginç ve statü endişesi meselesini bir yana bırakırsak başlı başına bir kitap olabilecek ilginçlikte beş alt başlık içeriyor; Felsefe, Sanat, Politika, Hıristiyanlık, Bohemlik...
De Botton, statü endişesine teselli ararken çok ilginç birşey yapıyor bence; Özellikle felsefe, sanat ve bohemlik başlıklı bölümlerde mizahi tarzıyla felsefe hakkında düşünmeye gizli davetler çıkarıyor, son birkaç yüzyılı kasıp kavuran sanat akımlarına ve sanatçılara bambaşka bir bakış açısı getiriyor. En karmaşık ve kafa karıştırıcı eserleri yaratan sanatçıların temel dürtüsünün statüye başkaldırmak olduğundan bahsediyor... Bohemlik başlıklı alt bölümü bu anlamda özellike keyifli bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.
Enteresandır ve belki de doğaldır, sonunda statü endişesine bir çözüm getirmiyor ve belki de getiremiyor. Ancak kitabı bitirdiğimde kendimi statü endişeme çare arayan biri olarak değil felsefe okumayı ihmal etmiş ve biraz yoğun bir okumayla boşluğu doldururken bir yandan da kreatif üretim yapabilirse kendisini çok daha iyi hissedecek biri olarak buldum...
Yazı gitgide uzuyor, elimde birkaç kitap daha var onlara da zaman ayırmak istiyorum o yüzden daha fazla uzatmayacağım ama burada bahsettiğim kitaplarda içeriklerinden bağımsız olarak beni etkileyen şeylerden de mutlaka bahsetmek istiyorum. İçeriklerinden bağımsız derken, içeriği ayrı bir şekilde değerlendirip yazının bir kısmını da kitapların kapak tasarımlarına ve yazım, basım, sunuş tekniklerine de ayırmak istiyorum.
Statü Endişesi'nin Türkiye'de Sel Yayıncılık tarafından gerçekleştirilen baskısında orijinalinden farklı ve Gökçen Ergüven tarafından yapılan bir kapak tasarımı kullanmış. Öncelikle grafik tasarım olarak bu kapağı çok beğendiğimi söylemem gerek, kitabın adı ve -okuduktan sonra- içeriğiyle de örtüşen bu tasarımın sunuşu ve kompozisyonunu da çok başarılı buldum.
Daha fazla uzatamayacağım, sabah da erken kalkmam lazım ama yazmadan da geçmek istemedim. Okuduğum kitaplarda yazarın tarzı ve anlatım kurgusu dışında anlatılan konuyu/hikayeyi daha kolay anlamamı sağlayan şeyin aslında doğru "bölümlendirme" olduğunu farkettim. De Botton'da kitabını bölümlere, alt bölümlere ve daha alt bölümlere bölmüş ve okurken açıkçası anlatılarları daha kolay algılamama oldukça yardımcı oldu.
Kapak tasarımı konusunda birkaç şey daha yazmak istiyordum ama gözlerim kapanmak üzere. Hatta yazının girişinde bahsettiğim, kitabın tanıtım yazısında geçen "arınma"nın aslında bir ironı olduğundan yazarın diğer kitapları ve yazdıkları hakkındaki söyleşilerinden alıntılarla söz etmek istiyordum ama belki daha sonra eklerim buraya...
Statü Endişesi'ni Ideefixe'den satın almak için:
Statü Endişesi
Alain De Botton
Sel Yayıncılık
...
Kitabı okuyanlar, belki yıllardır ruhlarını kemiren statü endişesinden arınmış olacaklar.
Üstteki paragrafı tahmin edebileceğiniz gibi kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısından aldım. Beni tanıyanlar tanıtım yazısında "arınma" sözü veren bir kitabı nasıl aldığımı merak etmişlerdir çünkü bu tür kitapları alanlara bir kamyon laf edip dalga geçerim sürekli...
Bir süre önce hafif.org'da fil'in Statü Endişesi hakkında yazdığı ve kitabın yazarının sunuculuğunu yaptığı belgeselinin de olduğuna dair yazıyı okuyunca bu kitabın ve yazarın ismini nereden duydum diye düşündüm ve sanırım bu kitabı alacak olmam kaderime o an yazıldı.
Kaderime yazıldı diyorum çünkü hayatımın belli -daha çok keyifli- dönemlerinde bazı kitaplar bana kitapçı raflarından, gazete yazılarından, arkadaş sohbetlerindeki cümle aralarından göz kırpar ve konusuna, yazarın adına, kapak tasarımına takılıp kendisini bana mutlaka satın aldırır. Bu durum çok da sıkça başıma gelmez ama geldiği zaman da bu kitaplar yüzünden okuma planlarım alt üst olur elimdeki kitapları bırakır başka hayallere, dünyalara dalarım.
Statü Endişesi de kitabın adını ilk okuduğum andan itibaren beynimin bir kenarında ama her an ortaya çıkıp beni al dercesine kendisine bir yer buldu ve daha sonraki günlerde gazetelerde kitaba yapılan göndermeler ve kitap eklerindeki eleştirileri de okuyunca "Tamam..!" dedim kendi kendime "Bu kitabı almalıyım artık...".
Ve itiraflar... Kitabı önce her zaman gittiğim kitabevinde biraz evirip çevirince arka kapağında yukarıda alıntıladığım yazıyı okudum ve son cümledeki "arınma" lafını görünce kendime bu tür bir kitabı almayı yediremeyip onu cezalandırırcasına raflardaki yerine koydum ve rastgele -ve hala okumadığım- bir kaç tane kitap alıp çıktım. Öyle ya, ben böyle "Hayatın kullanım kılavuzu" kıvamında kitaplar okuyan biri değildim ki, mazallah bu kitabı alsam yarın bir gün gider " 40 günde kendi sevilen insan olun" filan gibi abuk sabuk kitaplar da alırdım... Pamuk ipliğine baplı bu iç dengemi sarsmadığım için kendimi iyi hissettiğim bir kaç gün geçirdim bu kitap almama günümden sonra... Ve fakat başta da dedim ya bu kitabı alacağım kaderime yazılmıştı ve bir kaç gün sonra ıvır zıvır şeyler sipariş etmek üzere girdiğim ideefixe.com'dan kitabı satın alıverdim...
Her neyse, kitap beraberindeki ıvır zıvırla birlikte bir kaç gün içerisinde geldi ve okunmayı bekleyen kitaplar arasında densizce en üst sıraya yerleşti ve bir kaç günlük karşılıklı bakışmadan sonra kendisini okutturmaya başladı...
Evet kitabı okumaya başladım ama bu aşamada "Statü Endişesi" ve kendimden bahsetmek istiyorum. Kitabın adını ilk gördüğüm andan okumaya başladığım zamana kadar kendime "Ulan bende kesin statü endişesi var... Etrafıma bakıyorum, sevdiğim ve hala yakınımda olmasını istediğim insanlarda da var... Sürekli ne oluyoruz ve ne olacağızı konuşuyoruz" şeklinde tespitler yapmaya başladım. Kitabı alana kadar kendime "İleri düzeyde statü endişesörü" teşhisi koymuştum bile..! (Teşhişin adı bana ait, henüz latince bir isim uyduramadım bu yüzden literatüre girmesi biraz gecikebilir.)
Tekrar kitaba dönüyorum... Bir kere önce yazarından bahsetmek lazım galiba; Alain de Botton, 1969 İsviçre doğumlu ama İngiltere'de yaşayan bir kardeşimiz, arkadaşımız... Arkadaşımız diyorum çünkü bu şahış gelse şurada üç beş gün kalsa karışık pizzalarımızı yedikten sonra irmikli pudingimizi yesek ardından da kaju yerken biralarımızı içsek kesin çok yakın arkadaş oluruz kendisiyle...
Genç olduğu için bazı yabancı eleştiri sitelerinde (Bookmarklarımı da sahip olduğum diğer herşey gibi son derece düzensiz sakladığım için bahsettiğim bu siteleri bulamadım, adları neydi hatırlayamadım ama google'dan search edip bulmuştum. Tekrar bulayım dedim ama üşendim, bu aşamada sadece yemin ederek yazıya devam etmek istiyorum; Valla var öyle siteler, oorda okudum bunları!) tecrübesiz ve çok fazla alıntı yaparak kendisinden hiçbir şey katmadan yazan bir yazar hatta derlemeci olduğundan bahsediliyor.
Gerçekten de bu eleştirileri okuduktan sonra geriye dönüp baktığımda kitapta çok fazla alıntı olduğunu gördüm ancak okurken bunun beni hiç rahatsız etmediğini farkettim. Belki de bu tür kitapları pek okumadığım için bana değişik geldi ama yazarın tarzı bana okurken bir kitap okuyormuşum değil de sürükleyici bir televizyon programı hatta belgesel izliyormuşum izlenimi uyandırdı. Bunu şikayet olarak söylemiyorum, bu kadar alıntıyı kolay okunur bir kurgu içerisinde yoğurmak hiç kolay değil, hele hele konuları sadeleştirerek bu kurgu içerisinde sunmak gerçekten zor iş bence... Bunları düşünürken kitabın belgeselinin de çekildiğini hatta sunuculuğunu da yazarın kendisinin yaptığı geldi aklıma ve kişisel web sitesine göz atınca aslında Alain de Botton'un televizyon programcılığına da hiç yabancı olmadığını gördüm. Bu çok alıntılı, çok girdili ama sadeleştirilmiş anlatım ve kurgu benim kafamda televizyon içeriği üretimiyle çok örtüştü, bu konuda kitabı okuyan diğer insanlar ne düşünüyor merak ediyorum açıkçası...
İçeriği gelelim yavaş yavaş; Kitap "Statü Endişesinin Nedenleri" ve "Çözümler" olmak üzere iki bölüme ayılmış. Ben endişemin nedenleri olarak "Beklenti" , "Meritokrasi" ve "Güven" başlıklı alt bölümleri benimsedim kendimce, bunlar teşhisimi doğrulamama yardımcı oldular :) Kitabın nedenlerin anlatıldığı ve konuya ait temel bilgilerin verildiği ilk bölümünde fazla bahsetmeyeceğim, söylediğim gibi kolay okunan bir kitap, alınız, okuyunuz...
Kitabın "Çözümler" başlıklı ikinci bölümü oldukça ilginç ve statü endişesi meselesini bir yana bırakırsak başlı başına bir kitap olabilecek ilginçlikte beş alt başlık içeriyor; Felsefe, Sanat, Politika, Hıristiyanlık, Bohemlik...
De Botton, statü endişesine teselli ararken çok ilginç birşey yapıyor bence; Özellikle felsefe, sanat ve bohemlik başlıklı bölümlerde mizahi tarzıyla felsefe hakkında düşünmeye gizli davetler çıkarıyor, son birkaç yüzyılı kasıp kavuran sanat akımlarına ve sanatçılara bambaşka bir bakış açısı getiriyor. En karmaşık ve kafa karıştırıcı eserleri yaratan sanatçıların temel dürtüsünün statüye başkaldırmak olduğundan bahsediyor... Bohemlik başlıklı alt bölümü bu anlamda özellike keyifli bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.
Enteresandır ve belki de doğaldır, sonunda statü endişesine bir çözüm getirmiyor ve belki de getiremiyor. Ancak kitabı bitirdiğimde kendimi statü endişeme çare arayan biri olarak değil felsefe okumayı ihmal etmiş ve biraz yoğun bir okumayla boşluğu doldururken bir yandan da kreatif üretim yapabilirse kendisini çok daha iyi hissedecek biri olarak buldum...
Yazı gitgide uzuyor, elimde birkaç kitap daha var onlara da zaman ayırmak istiyorum o yüzden daha fazla uzatmayacağım ama burada bahsettiğim kitaplarda içeriklerinden bağımsız olarak beni etkileyen şeylerden de mutlaka bahsetmek istiyorum. İçeriklerinden bağımsız derken, içeriği ayrı bir şekilde değerlendirip yazının bir kısmını da kitapların kapak tasarımlarına ve yazım, basım, sunuş tekniklerine de ayırmak istiyorum.
Statü Endişesi'nin Türkiye'de Sel Yayıncılık tarafından gerçekleştirilen baskısında orijinalinden farklı ve Gökçen Ergüven tarafından yapılan bir kapak tasarımı kullanmış. Öncelikle grafik tasarım olarak bu kapağı çok beğendiğimi söylemem gerek, kitabın adı ve -okuduktan sonra- içeriğiyle de örtüşen bu tasarımın sunuşu ve kompozisyonunu da çok başarılı buldum.
Daha fazla uzatamayacağım, sabah da erken kalkmam lazım ama yazmadan da geçmek istemedim. Okuduğum kitaplarda yazarın tarzı ve anlatım kurgusu dışında anlatılan konuyu/hikayeyi daha kolay anlamamı sağlayan şeyin aslında doğru "bölümlendirme" olduğunu farkettim. De Botton'da kitabını bölümlere, alt bölümlere ve daha alt bölümlere bölmüş ve okurken açıkçası anlatılarları daha kolay algılamama oldukça yardımcı oldu.
Kapak tasarımı konusunda birkaç şey daha yazmak istiyordum ama gözlerim kapanmak üzere. Hatta yazının girişinde bahsettiğim, kitabın tanıtım yazısında geçen "arınma"nın aslında bir ironı olduğundan yazarın diğer kitapları ve yazdıkları hakkındaki söyleşilerinden alıntılarla söz etmek istiyordum ama belki daha sonra eklerim buraya...
Statü Endişesi'ni Ideefixe'den satın almak için:
Statü Endişesi
Alain De Botton
Sel Yayıncılık
American Idol Rejects Perform
Videoaki beyaz gömlekli elemanın kıvamına geldiğim an bu iş tamam demektir. Hangi video, hangi gömlek mi..? İşte bu : American Idol Rejects Perform
9 Haziran 2005
"Studium ve punctum ve ..." ve sonrası...
İş, güç, hayat, koşturmaca derken yazacaklarım birikti deyip duruyorum ve fakat baktım da yazdıklarıma yapılan yorumları ya da gelen mailleri de ihmal ediyormuşum bir süredir...
Gandy.Phoebus, "Studium ve punctum ve ..." başlıklı yazıma çok güzel bir yorum yazmış, buradan paylaşmak istedim;
Camera Lucida'nın tamamını okumuş değilim, ancak studium ve punctum'a dair pasaj hala aklımda...
Bu iki fotoğraf ve ilişkili yorumlar, operator ve spectator'un aynı kişi olması durumunda daha da değer kazanıyor. Zaten aklımı meşgul eden -ve bu sayfayı bulmamı sağlayan- nokta da, operator'un punctum'unun, eserde 'kristalleşip' studium'a dönüşüp dönüşmediği...
Sonuçta, bu fotoğrafları çekmeye iten öğeler tesadüfi olmadıkları gibi, başka spectator'lara da bir imge, bir anlam, bir his iletebiliyor. Yani o 'mahrem' punctum, fotoğraf aracılığıyla evrensel bir dilde paylaşılabiliyor.
İlginçtir, bu fotoğraflardaki öğeler bana da yabancı değil. Gerek ODTÜ Bahar Şenlikleri, gerek Mimarlık'ın önündeki o 'anıt', çocukluğuma dair ipuçları taşıyor. Ancak ben hala -Barthes'ın değişiyle- punctum'umun dile geleceği 'satori'yi bekliyorum...
Gandy.Phoebus'un sürekli ziyaret edilesi blogunun adresi de budur bu arada: http://gandyphoebus.blogspot.com/
Gandy.Phoebus, "Studium ve punctum ve ..." başlıklı yazıma çok güzel bir yorum yazmış, buradan paylaşmak istedim;
Camera Lucida'nın tamamını okumuş değilim, ancak studium ve punctum'a dair pasaj hala aklımda...
Bu iki fotoğraf ve ilişkili yorumlar, operator ve spectator'un aynı kişi olması durumunda daha da değer kazanıyor. Zaten aklımı meşgul eden -ve bu sayfayı bulmamı sağlayan- nokta da, operator'un punctum'unun, eserde 'kristalleşip' studium'a dönüşüp dönüşmediği...
Sonuçta, bu fotoğrafları çekmeye iten öğeler tesadüfi olmadıkları gibi, başka spectator'lara da bir imge, bir anlam, bir his iletebiliyor. Yani o 'mahrem' punctum, fotoğraf aracılığıyla evrensel bir dilde paylaşılabiliyor.
İlginçtir, bu fotoğraflardaki öğeler bana da yabancı değil. Gerek ODTÜ Bahar Şenlikleri, gerek Mimarlık'ın önündeki o 'anıt', çocukluğuma dair ipuçları taşıyor. Ancak ben hala -Barthes'ın değişiyle- punctum'umun dile geleceği 'satori'yi bekliyorum...
Gandy.Phoebus'un sürekli ziyaret edilesi blogunun adresi de budur bu arada: http://gandyphoebus.blogspot.com/
Derggi
Yazacak mevzular birikti ama bugün şans eseri girdiğim bir linkte çok enteresan bir siteyle karşılaştım... Hemen buraya not edeyim de unutmayayım dedim kendi kendime, işte bu :
http://www.derggi.com/
http://www.derggi.com/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)