31 Aralık 2004

Two facades - Barcelona

Ogo'nun "Two facades - Barcelona" başlığı altında yeni eklediği iki yeni fotoğrafı mutlaka görmek lazım...

http://ogomogo.blogspot.com/

29 Aralık 2004

Yoksa bu Marduk'un işi mi? *

Burak Eldem'in "2012: Marduk'la Randevu" kitabını okuduktan sonra bir süre Pembe Panter'in kendisiyle birlikte başının üzerinde gezen küçük yağmur bulutu gibi ben de kafamın üzerinde kocaman soru işaretleri ile gezmiştim... Hatta kitapla ilgili bir yazı da yazmayı da planlıyordum ama sonradan -geçici olarak- vazgeçtim. Şimdilik sadece Serdar Turgut ve Engin Ardıç'ı gözetlemekle yetiniyorum, ne zaman ki Kuzey Kutbu'na taşınırlar o zaman ben de anlayacağım ki Marduk yaklaştı ve birşeyler altüst olacak. Şimdiden Kutup'da bir kooperatife girdim, 2011'de teslim edecek müteahhit...



Her neyse, Güney Asya depremi ve hakkındaki tartışmalar birçok kişi gibi benim de tekrar Marduk'la ilgili şeyler düşünmeme sebep oldu. Burak Eldem http://2012.burakeldem.com adlı sitesinde bu konuda birşeyler yazıyor. Kitaptan hareketle Burak Eldem'in değerlendirmelerine dikkatli yaklaşıyorum ama Serdar Turgut ve Engin Ardıç üzerine bu kadar düştüğüne göre dikkatlice okumakta fayda var...

* Yoksa bu Marduk'un işi mi? / Burak Eldem

28 Aralık 2004

Kuşların Dilinden Konuşmak...

Bu aralar bilim-kurgu yaratılarına (bilim-kurgu sineması, edebiyatı, çizgi-romanlar ve yansımaları...) kafa yoruyorum ve pek çoğunda karşıma çıkan insan-makina/robot ilişkisindeki kurgunun aslında işin "kurgu" tarafından çok "bilim" tarafından beslendiğini daha da net görüyorum.

Şöyle açıklamaya çalışayım; İnsan, kendi üretimi olan çocuklarına kendi dilini öğretip onlarla iletişim içerisinde onları büyütüyor ve hayatın bağımsız bir parçası haline geldiğinde toplum içerisine karıştırıyor.



Ama yine insan, yine kendi üretimi olan makinelerle/bilgisayarla konuşmak için tabiri caizse aciz kalıyor ve kendi dilini öğretemediği gibi onlarla iletişime geçip -şimdilik sadece- iş yaptırabilmek için onların dilini öğrenmeye çalışıyor. Hatta makinelerin dilinden konuşmak için en parlak, en zeki bireylerini seçiyor onları makinelerle konuşmak için eğitiyor. Ama makineler henüz öğrenemediği için hep insanlar onlar gibi düşünüp, onlarla konuşmaya çalışıyor, onların dilini öğrenenlerin sayısı her geçen gün artıyor...



Örnek verirsem sanırım daha açıklayıcı olacak; Etrafınızda farklı disiplinlerden bilgisayar programları ile uğraşanlara bakın bir, sadece sıfırlar ve birlerden anlayan "makine"lerle konuşabilmek için onların dillerini evet aynen kuralları, grameri olan yabancı bir dili öğrenmek gibi öğrenip onlara iş yaptırmaya çalışıyorlar... İşte kurguyu besleyen bilim bu, kuşların dilinden konuşup onlarla bir ordu kuran Hz.Süleyman'ın hikayesinden hareketle makinelerin dilinden konuşup onlara istediğini yaptıran bir kahramanın hikayesinin "Matrix"den ne farkı var..?

*** Computers in fiction (Wikipedia'dan)

20 Aralık 2004

Kilimi Küçük Türkiye

Nonay 17 Aralık zirvesi, AB ve Türkiye'nin rolü üzerine süper bir yazı yazdı. Küçüksu Kasrı'yla başlayarak İstanbul müzeleri serisi de yakında gelecek... Buradan buyrun:

Doğduğum ve çocukluğumun geçtiği Pazartekke’de evimizin tam karşısında çayır çimen bir arazi vardı ki saklambaç, körebe ve evcilik oyunlarımız için bulunmaz nimetti. Bir gün, hergün oynadığım mahalle çocuklarını görünce çayır çimende, kilimimi, bebeğimi alıp gittim yanlarına... Hergün benimle oynayan insanlar, o gün kilimin küçük deyip almadılar beni oyunlarına. Ağlayarak gittim eve, annemden piknikte kullandığı büyük kilimi istedim, annem de “Sokağa veremem” deyip reddedince beni, oyunsuz kalakaldım. Yılmadım, tekrar gittim çayıra; baktılar önce elimdeki yine küçük kilimime, sonra gözlerime; annemin kilimi vermediğini ama benim onlarla oynamak istediğimi söyledim. Aldılar beni oyuna ama ne anneydim, ne baba, ne çocuktum ne de öğretmen, öyle küçük ve silik bir rolüm vardı ki inanın hala hafızamı zorluyorum o gün ben ne oldum diye. O günden sonra da ben onları hayatımda çok silik bir yere koydum. Kimsenin silik rolü olmadığı kendi oyunlarımı yarattım, isteyen herkesi davet ettim, kimse yoksa da kendim oynadım.



Geçen Perşembe gününü aldığım gribal bir virüs nedeniyle evde geçirmek zorunda kaldım. Tarihi 17 Aralık zirvesini enine boyuna izlerken birden yaşadığım bu olay geldi aklıma. Çayırda oynayan çocuklar... Kilimi küçük Türkiye... Ağlayıp annesine şikayet etmesin, annesi de “Gelip niçin çocuğumu almıyorsunuz oyuna” deyip bağırmasın kendilerine diye çocukların verdiği silik bir rol... Sorarlarsa “Oynatmadık” demesinler...

Türkiye çocukluk döneminde bir yol ayrımında... Çayırda oynamak istiyor; ya kilimi büyütmeli ya da hırslanıp kendi başına öyle oyunlar kurmalı ki kendi oyununda davetkar olmalı. Silik bir role gelmez Türkiye...

20 Aralık ’04
İstanbul

18 Aralık 2004

Aynı Tenten'den mi Bahsediyoruz?

Çizgi romanlara ne kadar meraklı olduğumu beni tanıyanlar bilir, okumayı öğrendiğim andan itibaren o yıllarda renksiz basılan ve "Teksas-Tommiks" denilince akla gelen her türlü çizgi romanı ders kitaplarıma bile göstermediğim bir özen ve konstantrasyonla okumaya başladım :) ve hala da okumaya devam ediyorum.



Tenten'i ilk ne zaman okuduğum hatırlayamıyorum ama çocukluğumdan beri bende hep ayrı yeri olan bir kahraman olduğunu söyleyebilirim. Fakat 17 Aralık Cuma günü yayınlanan Radikal Kitap'da Hikmet Temel Akarsu'nun yazdığı ve Tenten'den hareketle "Yaşlı Kıta Avrupa"nın ruh halini sorgulayan "Bir Teselli Ver Tenten!" başlıklı yazıyı okuyunca şaşırmadım ve kendimi biraz da "saf" hissetmedim dersem yalan olur. Yazıyı okumak için bu linki kullanabilirsiniz.

James Bond mu Red Kit mi?

Yazısına kendisinin de bir Tenten okuru olduğunu belirterek başlayan Hikmet Temel Akarsu Tenten'i "...tıpkı İngiliz James Bond ve Amerikalı Indiana Jones gibi bir Soğuk Savaş figürüdür." diye tanımlayıp yazının ilerleyen bölümlerinde bu karakterlerle başka benzerlikler de kuruyor ve "...ideolojik olarak Katolik düşünsel algısını çizgi romanlaştırdığını" söylüyor. Gerçekten de bunca yıldır Tenten okumama rağmen Hikmet Temel Akarsu'nun yazısında Tenten'in hiç bilmediğim ve beni çok şaşırtan yüzüyle karşılaştım.

Yazıdaki detaylara girmeyeceğim, yazıyı okuduktan sonra ilk iş olarak kütüphanemde hala duran -ve sanırım satın aldığım son iki- Tenten macerasını (Altın Kıskaçlı Yengeç ve Kızıl Korsan'ın Hazinesi - 1994 YKY) bu sabah tekrar okudum ve Tenten'in benim için yazıda anıldığı gibi James Bond ve Indiana Jones'a benzeyen değil tam tersine Red Kit'in saflık ve yalnızlığına sahip ve Jules Verne romanlarının geçtiği bilinmeyen coğrafyalarda maceralar peşinde koşan "steril ve naif" bir kahraman olduğunu düşündüm.

Fındık Aslında Milou'ymuş..!

Çocukluğumdan beri okuyor olmama rağmen Tenten'in köpeğinin adının "Fındık" değil de "Milou" olduğunu 1994 yılında Yapı Kredi Yayınları Tenten'in maceralarını büyük ve renkli olarak yeniden yayınlamaya başlayınca öğrenmiştim. Bu yüzden burada daha ileri gitmeden Ogo'nun görüşlerine de başvurmak ihtiyacı duyuyorum ki bu konuda birşeyler yazarsa anlayacaksınız kendisi gerçek bir Tenten uzmanıdır :) Hatta yanılmıyorsam, öğrenciyken (sanırım 1994 yılıydı..?) ilk e-mail adreslerimizde kullanacağımız adlarımızı Tenten karakterlerinden seçmek istemiş ve Hikmet Temel Akarsu'nun yazısında da "...kutsal bakireyi alegorize eden özellikler taşır. Tenten aseksüeldir. Aşık olmaz, Dahası çizgi romanda kadınlar yok gibidir." şeklinde vurguladığı Tenten maceralarında kahramanlar anlamındaki "kadınsızlık" üzerine konuşmuştuk.

Son olarak Hikmet Temel Akarsu'nun yazısında Tenten'in yaratıcısı Hergé'den hiç bahsetmemiş olmasını da ilginç bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Tenten ve Hergé hakkında daha fazla bilgi edimek isteyenler bu linki kullanabilirler.

'Pisuar'ı Nereye Koymalı | Hasan Bülent Kahraman

Hasan Bülent Kahraman'ın 16 Aralık Perşembe günü Radikal'in Kültür/Sanat sayfasında yayınlanan yazısı Marcel Duchamp'ın Pisuar'ından hareketle tabiri caizse kısa bir modern sanat'a giriş dersi içeriyor.



"...meseleyi 'resim'den çıkararak 'iş'e taşıyan sanat yapıtını gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşturan ana çıkışın sahibi Duchamp ve onun büyülü yapıtı pisuardır."

Vakit bulduğunuzda mutlaka okumanızı öneririm. Buradan buyrun: 'Pisuar'ı Nereye Koymalı | Hasan Bülent Kahraman

17 Aralık 2004

Düşey Yolculuk

İki arada bir derede asansörde üç kat inerken Asimov'un yeni yayınlanmaya başlayan Vakıf dizisinden heyecanla bahsetmesi ve beş on saniyelik bu kısa düşey yolculukta sadece Vakıf dizisinden bahsetmekle kalmayıp ilgilendiğimi görünce neredeyse bir Asimov kulliyatı özeti vermesi ve bu kadar işi, peşinden koştuğu yeni projeler, özel hayatı arasında hala her fırsatta mutlaka birşeyler okuyor olmasını müthiş buluyorum... Geceyarısına kadar süren yorucu çalışmadan sonra ben yorgun bitkin eve giderken çantasına attığı Asimov kitabından yatmadan önce birkaç sayfa okumak için hala heyecanlanması beni de motive etti doğrusu...

14 Aralık 2004

Onaltı...

Bir albümü piyasaya çıktıktan onaltı yıl sonra, bir seyahat esnasında yolun yarısını kendi kafanızın içinde kendi kendinize hesap vererek geçirdikten sonra öylesine girdiğiniz bir mağazada rafta gördüğünüzde yine ilk satın aldığınız gün yaşadığınız heyecanla tekrar alıyorsanız o albüm en az bir onaltı yıl daha aynı heyecanla dinlenmeyi hakeder diye düşünüyorum...

Sezen Aksu'nun "Sezen Aksu '88" albümü piyasaya ilk çıktığında lisedeydim ve satın alıp ilk dinlediğimde sanırım yazın ilk günleriydi. O güzel yaz bir yana, albümün kapağına tekrar bakınca sonrasında gelen sonbahar ve boydan boya kocaman çınar ağaçlarıyla kaplı Yahya Kemal Caddesi'nin o geniş kaldırımlarında sürüklenen sarı-yeşil çınar yapraklarını hatırlıyorum. Upuzun ve geniş kaldırımları olan bir cadde düşünün ki sağlı sollu en az kırkar yıllık kocaman çınar ağaçlarıyla kaplı olsun ve birbirine benzeyen evlerde cadde boyunca bütün arkadaşlarınız, ahbaplarınız yaşasın ve bir tanıdık görmek için ilkokul, ortaokul ve liseyi okuduğunuz okulun önünden aşağıya doğru yürümek yetsin... Yıllar sonra bir vesile ile Münih'e gittiğimde aynı çınar dokusu ve kısa saçaklı çatıları olan binalar -ama daha çok camlı- görünce yine Yahya Kemal Caddesi'ni hatırlamış, sonrada dönüp de bir büyüğüme bundan bahsettiğimde gerçekten de şehrin 1950'lerin sonunda inşa edilen bölümlerinde Alman mimar ve şehir plancılarının etkisi olduğundan bahsetmişti...Doğrulamak için kısa bir araştırma ve bir iki çabuk okuma bile yeter ama şimdilik sadece yapılacaklar listeme ekliyorum...

1988'den ve tabi o albümü kaybettikten yıllar sonra ve sanırım dört yıl kadar önce bir arkadaşımdan ödünç aldığım "Sezen Aksu '88" yine çok güzel anlarda ve yeni bir şehirde bana uzun süre arkadaşlık etti ve geri verilmek üzere ödünç alınmış olmasına aldırmadan (!) o da ortadan kayboldu...

Ne bir ses ne de haber gelmiyor artık senden
Öylece kalakaldım da deli hasretinle ben
Bir yabancı selamın ile hüzünlere daldım
Kendi ellerimle ben beni kederlere saldım
Sonunda bir oyuncak kara sevda aldım senden
Yani değişmedim hala öyle biraz çocuk kaldım

*El Gibi. Söz-Müzik: Sezen Aksu

Ve belki de bu kadar sıkıntının arasında, düşüncelere dalmış ve saatlerce yol gitmişken tekrar karşıma çıkması "Ben buradayım, beni yine al" demesi hala bana yaşatacağı keyifli anları olduğu ve yaşayacağım yeni anılara arkadaşlık etmek istediği içindir...

13 Aralık 2004

Akıllı Tartışmalar - 1 | "Hata Neredeydi" ve "Ön-Türk Tarihi"

Akıllı insan Mr.Watson'la -genelde online olarak- geçmişi, yaşananları, dünyayı anlamak için* yaptığımız heyecanlı tartışmalardan bahsetmeyi zaten düşünüyordum ama şu anda okumakta olduğum Oğlak Bilimsel Kitaplar Serisi'nden çıkan Bernard Lewis'in "300 Yıldır Sorulan Soru : Hata Neredeydi?" adlı kitabı bitirip argümanlarıma bilimsel destek arıyordum açıkçası.
Kitabı neredeyse yarılamışken Mr.Watson sürpriz bir şekilde kendisine de aldığını ve heyecanla okuduğunu bildiğim Töre Yayın Grubu'ndan çıkan Halûk Tarcan'ın "Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı, Resmi Tarihin Çöküşü" kitabından bir tane de bana aldığını söyledi. Bu öğlen birlikte yediğimiz keyifli yemek ve kitaptan bir ucu bildiğimiz/öğretilen tarihi tartışmaya açan Marduk'a, bir ucu Irak ve Avrupa karşısındaki Türkiye'ye kadar ulaşan konularda yaptığı alıntılar ve kurduğu ilişkiler itiraf edeyim beni hayretlere düşürdü.

Haluk Tarcan'la ilgili olarak şimdiden birkaç satır enteresan bilgiye ulaştım. Okuduktan sonra bahsettiğim bu iki kitapla ilgili düşüncelerimi burada yazacağım...

* Düzeltme için blog ihtiyarlar heyeti adına Vucko'ya teşekkür ederiz. Yaz sonunda yaptığı Bosna-Hersek gezisi hakkında iki satır yazsa da yayınlasak ne iyi olur hatta...

Ogo Bombalamaya Devam Ediyor!

PhotoBlog açtı demiştim ya, Ogo şimdi de süper bir blog açmış son zamanlarda kafa yorduğu benim de ucundan takılmaya çalıştığım konularla ilgili keyifli şeyler yazıyor. Buradan buyurun : http://ogomogo.blogspot.com/