28 Haziran 2007

Tam zamanında : iPhone

Birkaç gündür kendi kendime "Nokia N95 alayım, iPhone'u şimdi kim bekleyecek hem piyasaya çıkışını mutlaka ertelerler ben de yıl sonuna doğru iPhone alırım" şeklinde mızmızlanır ve tam Nokia N95 almak üzereyken Apple'ın planlandığı gibi iPhone'u yarın (29 Haziran) Amerikan ülkesinde piyasaya süreceği haberi geldi!

Şimdi bu haberde ne var ki demeyelim, Steve Jobs abimiz bana "Hakanım sakın yanlış yollara sapma, iPhone'umu senin için daha da geliştirdim, du bi bekle sakın Nokia olayına filan girme!" dercesine iPhone'un pil ömrü ve yüzey kalitesi mevzularında bir dizi geliştirme yapmış.Daha ayrıntılı bilgi için geçen gün Steve Abim ile yüzyüze yaptığım şu hasbihali aktarıyorum;

- Abi selam!

- ...

- Abi mamül çok güzel olmuş yaa! Ellerine sağlık! Bi de millet ileri geri konuşuyodu yok pil ömrü çok kısa cak cuk diye, naptın abi o konuda?

- With 8 hours of talk time, and 24 hours of audio playback, iPhone's battery life is longer than any other 'Smartphone' and even longer than most MP3 players. We've also upgraded iPhone's entire top surface from plastic to optical-quality glass for superior scratch resistance and clarity. There has never been a phone like iPhone, and we can't wait to get this truly magical product into the hands of customers starting just 11 days from today.

- Abi kral adamsın! Alemin en smart adamısın, en smart telefonu da sen yaptın valla! Geçen bi ortamda Bill ile biraraya geldik, ona da söyledim valla Silikon Vadisi'nde tüm kızlar seni konuşuyo! Bi tane iPhone sardırsana abi bana, parayı çıkışta danışmaya bırakırım...

- ...

- Abi, noldu ya? Abi sana abi dememde mahsur yok di mi milletin içinde, yani bu kadar yıllık hukukumuz var ya o açıdan...

- ...

- Tamam abi ben çıkıyorum. Şu lansman yoğunluğunu atlat da sen, ben, Ogo, Mete bi bira içelim hep beraber!

iPhone ile Nokia N95, Samsung BlackJack, Blackberry Curve 8300 ve Palm Treo 750 karşılaştırması için şu linke klikliyoruz bi zahmet; http://www.apple.com/iphone/pr/20070618iphone.html


26 Haziran 2007

İnsan Ötesi...

Elimdekileri, aklımdakileri bir yana bıraktım, günlerdir sindire sindire Francis Fukuyama'nın "İnsan Ötesi Geleceğimiz - Biyoteknoloji Devriminin Sonuçları" adlı kitabını -ve yan metinlerini- okuyorum.

Kitap ile ilgili olarak birkaç gün sonra ayrıntılı bir yazı yazacağım ama şimdiden kendimi Genetik Devrim(!)'e ve politik etkilerine hazır hissediyorum! Tabi Genetik Devrim(!) ben ölmeden gerçekleşmezse o zaman bu bilgilerin bana bir faydası olmayacağı ortada ama bu konudaki düşüncelerimi 'binary code' olarak kil tabletlere yazmayı ve gelecek nesillere aktarmayı düşünüyorum ki ziyan olmasınlar...


P.S.1.Bir de Sezen Aksu konseri hadisesi var ki gerek ortama hakim olan şeytan boynuzları gerekse konserin ilk şarkılarından birinin "Ben anlamam toptan tüfekten..." diye başlaması ayrı bir yazıyı haketmektedir.

P.S.2.Şeytan boynuzumun yine sende kalması ise bence bir işaret; Dikkat edersen bu boynuzlar sadece konser, içki, müzik, dans gibi okasyon ortamlarında görünür hale geliyor. Bu durumda onları tekrar görünür hale getirmek için yeni bir "aktivite" planlamalıyız..! Lacivert-siyah olayını ise fevkalade merak ediyorum, hayırlı olsun :)

PowerPoint yirmi yaşında(ymış)!

Pazar günü yayınlanan Akşam gazetesinde Deniz Gökçe Microsoft
PowerPoint -ve hikayesi- üzerine bir yazı yazmış, takip ettiğim
dergilerde de benzer yazılara rastlamış ve buraya not düşeyim
demiştim... Kısmet bugüneymiş;

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=81732,10,12&tarih=24.06.2007

17 Haziran 2007

Bir Rüyayı Gerçekleştirmek

Konu dergilerden açılmışken geçen haftalarda okuduğum bir dergideki
yazıdan da bahsetmeye niyetlendiğimi ancak sonradan unuttuğumu
hatırladım;

İZ Dergisi'nin Şubat ayında yayınlanan 8.sayısında Edward Ruch'un "FSA
(Farm Security Administration), Bir Rüyayı Gerçekleştirmek" başlıklı
bir yazısı, daha doğrusu "Fotoğraf"ın etkisini dünyaya gösteren en
önemli çalışmalardan birisi üzerine yazdığı yazı ve seçilmiş
fotoğraflardan bahsedeceğim. 1930'lu yıllarda Amerikan Tarım Güvenlik
İdaresi (FSA) "Amerikan Rüyası" modeli paralelinde "Kırsal kesim
yaşamının özendirilmesi" amacıyla bir grup fotoğrafçıdan ülkenin
kırsal kesimlerinde çalışmalar yapmalarını ister. Yazının gidişatından
bu çalışmanın ülkenin genelindeki insanlara bu bölgelerdeki şenlikli
hayatı göstermek ve özendirmek olduğunu anlarız. Ancak proje hayata
geçtiğinde aralarında Arthur Rothstein, Walker Evans, Theodor Jung,
Jack Delano gibi isimlerin de bulunduğu 14 fotoğrafçı yazıda
söylendiği şekliyle "ahlaklı" davranırlar ve resmi ideoloji söylemine
rağmen kırsal kesimin gerçeklerini -yine yazıda belirtildiği şekilde-
yoksulluk, acı ve trajediyi ortaya koyarlar. Kendilerine yapılan "Çok
ileri gittiniz" uyarılarına rağmen bildikleri yolda ilerlerler ve
fotoğraflarının özneleri olarak "Büyük ekonomik buhranı yaşayıp
kentlerde tutunamamış, ırk ayrımcılığı gibi bir problemle karşı
karşıya kalmış ve toprakla uğraşan" ve "Amerikan rüyası" ile uzaktan
yakından alakası olmayan insanları seçerler. -Yazıya göre- 88.000'i
Kongre Kütüphane'sinde olmak üzere 100.000'den fazla fotoğraftan
oluşan bu çalışma fotoğrafın etkisi ve gücüyle ülkenin kırsal
bölgelerine yaşanan gerçeği gözler önüne sermiştir.

"Neden fotoğraf çekiyoruz" sorusuna verilecek belki de ilk cevaplardan
birisidir FSA arşivi, özellikle Dorothea Lange'in İZ dergisindeki bu
yazıda yayınlanan çalışmaları, saniyede 25 karede akıp giden
televizyon görüntüleriyle hipnotize edilmeye alışık beyinlere
"Fotoğraf"ın etkisini, "An"ın gerçekliğini anlatmak için bir adım
olabilir.

Bu arada Fikret Otyam'ın foto-röportajları da ayrı bir yazıyı
hakediyor diye kendi kendime buraya not düşüyorum.

Bir süredir düzenli olarak takip ettiğim İZ dergisinin yanı sıra bu
hafta yeni çıkan F: Fotoğraf Dergisi'nin ikinci sayısını da aldım,
bakalım onda hangi fotoğraflar ve yazılar beni bekliyor..?

Yeni İşler Projeler...

Fortune'un az önce bahsettiğim sayısında iki enteresan yazı daha var;
"HP Reels in Hollywood" ve "A Studio System for Startups"

Birinci yazı halihazırda çalışmakta olduğum sektörün önümüzdeki
yıllarda en çok para kazandıracak işinden, film ve tv
produksiyonlarının sayısallaştırılıp katalgolanmasından sonra
kullanıcılara ulaştırılmasından bahsediyor. Yazıda adı geçen Ascent
Media, Cinegy, Front Porch hep bildik tanıdık firmalar ama yazıda
bahsedildiğine göre HP burada daha büyük bir işe kalkışmış; İçerik
sağlayıcıların (Hollywood stüdyoları, TV networkleri, yapımcılar)
ellerindeki tüm içeriği sayısallaştıracak ve Sacramento yakınlarında
kurduğu bir tesiste net üzerinden içerik sipariş eden kullanıcılara
anında "custom" DVD'ler hazırlayıp kargo ile ulaştıracak. HP kuracağı
bu tesis ile Birleşik Devletler'deki ev kullanıcılarının 85%'ine
saatler içerisinde istedikleri içeriği DVD'ye basıp dağıtıma hazır
hale getirebilmeyi hedefliyor. Hiç de yeni ya da inovatif bir
yaklaşımı olmayan hatta herkesin yakın gelecekte online olarak yüksek
çözünürlüklü içeriğe ulaşmayı beklediği bir ortamda HP enteresan bir
yaklaşım ve yatırımla ortaya çıkıyor ki sonucunun ne olduğunu zaman
gösterecek. Proje başarılı olarak hayat geçtiği takdirde kullanıcılar
sadece güncel ya da bilinen TV yapımları ya da filmlere değil, örneğin
çocukluğunda seyrettiği bir dizinin herhangi bir bölümünü sipariş edip
yüksek kalitede DVD'ye basılmış olarak sahip olabilecek.

"A Studio System for Startups" başlıklı ikinci yazı ise Naval Ravikant
adlı bir girişimcinin "incubation" konsept ve uygulamasına internetin
nimetlerinden de yararlanarak getirdiği yenilikten bahsediyor.
Ravikant kuracağı sistemle yılda yirmi şirket ortaya çıkarmayı
planlıyor.

How Wii Won

Fortune dergisi (www.fortune.com) sürekli okuduğum bir dergi değil ama
18 Haziran sayısının kapağında Jeffrey M.O'Brien'ın "How Wii Won, The
Secret of Nintendo's Surprise Mega-hit" başlıklı yazısının tanıtımını
görünce almadan edemedim.

Yazıda -başlığından da anlaşılacağı gibi- herkesin Sony'nin
Playstation 3 ile oyun konsolu pazarını domine edeceğini düşündüğü bir
sırada inanılmaz ucuz bir fiyatla Wii'yi piyasaya sürerek tüm
beklentileri altüst eden Nintento'nun efsanevi oyun tasarımcısı
Shigeru Miyamoto ve CEO'su Satoru Iwata ile yapılan görüşmeler, pazar
hakkındaki bilgiler ve Wii'nin başarısının altında yatan teknik ve
inovatif nedenlerden bahsediliyor.

Oyun konsollarını sadece birer oyun makinesi olarak değil de
birdenbire hayatımıza giren ve eğlence/(a)sosyalleşme anlayışlarımızı
değiştiren birer "inovasyon" olarak görenlerin bu yazıyı mutlaka
okuması gerekli bence... Özellikle Sony ve Microsoft "red-ocean"
içerisinde rekabete boğulmuş giderken Nintendo'nun kendisine bir
"blue-ocean" bulup Wii'yi yaratmasının anlatıldığı kısım da yazının
gözden kaçırılmaması gereken kısımlarından...

"We are successfully moving up the blue ocean" Iwata says. "But once
the blue ocean has become big enough for so many people to notice, it
is going to change its color to red."

Talk about lost in translation. Turns out there's a name for the line
of attack Iwata has been taking; The blue-ocean strategy. Two years
ago business professors W.Chan Kim and Renee Mauborgne published a
book by that title. It theorizes that the most innovative companies
have one thing in common -they seperate themselves from a throng of
bloody competition (in the red ocean). Starbucks is an example.
There's always been coffee; Howard Schultz gave us the coffee
experince. Or Apple, which gave us the iPod and iTunes -and created a
new form of entertainment.

How Wii Won, The Secret of Nintendo's Surprise Mega-hit
Jeffrey M.O'Brien, Fortune

13 Haziran 2007

Bullet the Blue Sky!

In the howling wind comes a stinging rain
See it driving nails into souls on the tree of pain
From the firefly, a red orange glow
See the face of fear running scared in the valley below

Bullet the blue sky
Bullet the blue sky
Bullet the blue
Bullet the blue
...

"Bullet the blue sky" diyorum başka bişi demiyorum..!

8 Haziran 2007

Equilibrium

Equilibrium'u izlemek istiyorum, bu filmden Fahrenheit 451 tadı alacağımı düşünüyorum...

Merak edenler için Ikonoklast'ın Hafif.org'daki yazısı : http://www.hafif.org/yazi/duygusuzlar-cehennemi-equilibrium

iPhone Odyssey

Yazılarımda değişik zamanlarda ve defalarca 2001 Space Odyssey'den, Apple'dan, MacOSX'den ve iPhone'dan bahsettiğim malum... Tüm bunlar birleşirse ne olur diye düşünmeye gerek yok, buradan buyuralım ve Apple'ın iPhone reklamını izledikten sonra, Steve Jobs abimizin kulaklarını çınlatalalım, Kubrick ustayı analım ve 2001 Space Odyssey'i tekrar izlemeyi ihmal etmeyelim;

7 Haziran 2007

Akrebin Gözleri

Iron Maiden'ın "Flight of Icarus"u müzik dünyası için ne manaya
geliyorsa Erkin Koray'ın "Akrebin Gözleri" adlı eseri de aynı
kıymettedir benim için..! Budur!

6 Haziran 2007

Dünyanın Sonu

Serdar Turgut, Karayip Korsanları'ndan başlayıp 2001: A Space
Odyssey'e uğrayarak şöyle bir yazı yazmış, bilim-kurgu edebiyatı ve
sinemasını sevenlerin ilgisini çekecektir zira "Dünyanın sonu" kavramı
eminim her bilim-kurgu okuyucunun/izleyicisinin üzerinde defalarca
düşündüğü bir mevzudur;

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=79737,10,104

3 Haziran 2007

Ben Söylemiştim...

Turgut'un verdiği haber doğru, Niğde'de petrol çıktı..!

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/6638505.asp?gid=71

Son yazılarımla sizi bu gelişmelere hazırlamaya çalışıyordum; Niğde
Gazozu... Niğde elması... Niğde petrolu...

Bendeki Bobby-J.R. Ewing (Yuving okunur!) karışımı kıvamı Öykü yıllar
önce görmüş ve hatta geçenlerde Dallas dizisinin DVD'sini göndermişti!

Yazarların İstanbul'u

Haftasonu kendime yeni kitaplar almak için kitapçıda dolaşırken
"Yazarların İstanbul'u" adlı kitabı gördüm; Kitabı hazırlayan Barbaros
Altuğ, Perihan Mağden'den Latife Tekin'e, Buket Uzuner'den İnci Aral'a
oniki yazardan kendi İstanbul'larını anlatmalarını istemiş.

İstanbul'u, İstanbul hikayelerini merak edenlerin keyifle okuyacağı
kitapta özellikle Buket Uzuner'in "Bir Kadıköy Klasiği : Moda" ve
Petros Markaris'in "Ada Boşluğu ve Bisiklet" başlıklı yazıları üzerine
söyleyecekleri olan Moda sakinleri mutlaka vardır diye düşünüyorum :)

"...Aşıksanız zaten başınız dönmektedir ve Moda iyi gelir. Değilseniz,
dünyada hala bu kadar güzel yerler varsa, aşk da vardır" diye bir umut
yaratabilir; dikkat!"
Buket Uzuner

"...Benim zamanımda Adalar'da, bisiklet gençlerin taşıma aracıydı.
Anne ve babalarımız ya yaya, ya da faytonla giderlerdi. Adalar'da
bisikletler yazlık giysiler gibiydi. İlkbaharın sonuna doğru yazlık
elbiselerin, eteklerin, bluzların dolaptan ya da bavuldan çıkarılıp
ütülenmesi gibi bisikletler de temizlenir, yağlanır, jantları pırıl
pırıl parlatılır, öyle yola çıkılırdı."
Petros Markaris

http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=NG95PXNMF77ZYX5MH77H