29 Temmuz 2007

Güzel Atlar Ülkesinde...

Kapadokya Meslek Yüksekokulu'ndan sevgili Nevşehir'li arkadaşım F öğretim üyesi olarak iş görüşmesine gideceğini söyleyince haberdar olmuştum. Biraz araştırınca Anadolu'nun tam ortasında Şarap Üretim Teknolojisi ve Bağcılık, At Antrenörlüğü, Restorasyon, Organik Tarım ve Sivil Hava Ulaştırma İşletmeciliği gibi enteresan bölümlerde eğitim verilen okulun Alev Alatlı'nın başını çektiği bir grup aydın ve destekleyicileri tarafından kurulduğunu öğrendim.

Bugün yayınlanan Hürriyet Gazetesi'nde yazar Vahap Munyar da yazısında Kapadokya Meslek Yüksekokulu'ndan bahsedince konu tekrar aklıma geldi ve not düşeyim dedim.

24 Temmuz 2007

...rum.

Fotoğrafları bekliyorum... :) Bugün de göndermezsen yarın işyerinin camlarından görebileceğin bir yerden dumanla mesaj göndericem... Sonraki günler için de plan yapıyorum :P

19 Temmuz 2007

Vay Canına...

Henüz öğlen olmamıştı, yanımda vik vik konuşan elemanı dinler gibi görünüp aslında dinlemezken saçma sapan bir mevzu hakkında "Keşke şöyle olsa..." dedim ve akşama en olmayacak bu mevzu gerçek oldu! Keşke daha manalı birşey dileseymişim :p

Yarın aynı saatlerde bir daha deneyeyim bakalım ne olacak :P

15 Temmuz 2007

Türkiye İnovasyonda Nasıl Gelişme Gösterir?

“Geleneksel olarak bakıldığında Türkiye’nin coğrafi konumundan ve genç nüfusundan etkilenmemek mümkün değil. Ancak biz bu tanımların artık biraz basmakalıp olduğunu düşünüyoruz. Bize göre Türkiye’nin asıl gücü, yenilikçiliğe çok açık iş kültüründen kaynaklanıyor. Ekonomik dalgalanmalara karşı büyük direnç kazanmış şirketler, inovasyonu iş modellerine taşıyarak Türkiye’yi küresel inovasyonun merkezi haline getirebilir.”
Nick Donofrio

IBM’in Teknoloji ve İnovasyondan Sorumlu Başkan Yardımcısı


Yukarıdaki alıntıyı Volkan Akı'nın bugün yayınlanan Akşam gazetesindeki yazısından aktardım. Ekonomik dalgalanmaların şirketlere çok şeye malolurken, bir yandan da direnç kazandırdığına katılıyorum ve hatta bizzat yaşıyorum. Genç nüfus konusunun "basmakalıplığı" konusu ise kesinlikle üzerinde konuşulması gereken bir konu, hatta bugün bir pek sevilen bir arkadaş sayesinde tanıştığım bir Anadolu kaplanı girişimci ile yaptığımız sohbette uzun uzun bu konudan bahsettik. Öte yandan bu konunun daha önce hakkında yazı yazacağımdan bahsettiğim Francis Fukuyama'nın İnsan Ötesi Geleceğimiz kitabında bahsedilen Avrupa'nın -ve daha büyük ölçekte Kuzey Yarımkürenin- yaşlanması ve nüfus piramidindeki değişimin insanlığın geleceğine politik etkilerinin ne olacağı konusu ile de çeşitli boyutlarda ilişkileri var...

11 Temmuz 2007

Vodafoni

Hiç istemediğim/ihtiyaç duymadığım bir anda sahip olduğum cep telefonu hadisesinde yıllardır operatör olarak Turkcell'i kullanıyorum. Hatta bugün "Hayırlı olsun sayın müşteri, 8 yıldır birlikteyiz bunu kutlamak adına var sen gün boyu gönlünce konuş istediğinle biz beş kuruş istemiyoruz" mesajı geldi ki demek ki 8 yıldır Turkcell hadisesi ile iç içeymişiz...

Bıyık bırakıp tam bir Türk delikanlısı olmasını beklerken geçen haftalarda dergi ve gazetelerde yayınlanan Vodafone reklamlarında örgü ören Antoine'ın fotoğrafını görünce kendi kendime "Delikanlı Antoine'a örgü ördüren Vodafone'da neymiş?" diyerek ben de bir Vodafone hat almaya karar verdim. Hatta internete erişim fiyatları neymiş diye bakınca neden daha önce Vodafone olayına girmedim de Antoine'ın örgü örmesini bekledim diye de kendime kızdım zira limitsiz GPRS bağlantı servisini ayda 50YTL'ye sunuyorlardı ki bu rakip firma Turkcell'den bir hayli ucuz ve "limitsiz" olduğu için de de tasasız bir bağlantıydı. Ama yine de şeytan dürttü ve hakikaten de sınırsız mı yahu diyerek Vodafone müşteri hizmetlerine bi mail attım. Sağolsunlar yemeyip içmeyip hemen cevap yazmışlar ama kötü bir haberle; Sınırsız bağlantı 1 Temmuz tarihinden itibaren aylık 1GB kapasite ile sınırlanmış..! Cepten bağlanıp da cigabeyti(Türk gigabyte'ı)lerce download edecek halimiz yok, hepimizin elinin altında sınırsız Mbit'lerce bağlantı var allah şükür ama makul fiyata cepten sınırsız bağlanma ihtimali de çok heveslendirmişti beni itiraf edeyim ki... Neyse uzatmayayım yokmuş öyle ayda 50 kaada sınırsız mınırsız hadisesi... Sonuçta bir Vodafone hattım oldu ve 8 yıldır üzerime yapışmış telefon numaramdan sıyrılıp, yeni bir hayata başlamanın eşiğinde duruyorum, hatta Antoine gibi örgü örmeye başlarsam belki beni de yarın birgün billboardlarda ya da dergilerin reklam sayfalarında görebilirsiniz...

Woody, Ogo ve Ben...



Ogo ile ortak arkadaşımız Woody'nin, yeni filmini Barcelona'da çekmeye karar vermesi ne benim ne de Ogo için sürpriz olmadı zira kendisi ile en son bir araya geldiğimizde Ogo ve ben bira, Woody ise soda içip dünyadaki herşey hakkında laflarken bana dönüp "Abi yeni filmimi Barcelona'da çekeyim diyorum, biz yaz başında Ogo ile çekimler için yer bakmaya girişiriz, sen Ekim gibi geldiğinde de son sahneleri beraber çekeriz ya da en kötü ihtimalle kurgusuna yetişirsin" demiş ve hemen ardından eklemişti "Penelope ile Javier'i oynatmak istiyorum ne dersin Ogo, Barcelona atmosferine yakışırlar mı?". Ogo'nun sessiz kalması üzerine kapanan konu üzerine bir daha konuşma fırsatımız olmamıştı ama bugün gazetelerdeki haberleri görüp birkaç önce Ogo ve Woody'den gelen ama bir türlü fırsat bulup da cevaplayamadığım "Beni ara" mesajlarını düşününce Woody ile Ogo'nun oyuncular üzerinde mutabakata vardığını anladım.

Ekim ayında tekrar bir araya geldiğimizde Greta'nın Türk ve İspanyol mutfakları sentezi yemekleri ve annemin yanımda götürmem için yapacağı su böreklerini yerken film hakkında uzun uzun konuşma fırsatımız olacak...

9 Temmuz 2007

"Katil" 60 Yaşında...

TÜM zamanların en çok üretilen, hem orduların hem de teröristlerin gözde piyade tüfeği, Kalaşnikof AK-47 60 yaşında. Atom bombasından bile daha fazla insanın ölümüne yol açan silah için Moskova’daki Silahlı Kuvvetler Müzesi’nde düzenlenen törende, ölüm makinesinin tasarımcısı Mihail Kalaşnikof’a (87) “onur ödülü” verildi. Kalaşnikof, “İnsanların ölümüne yol açan bir kusur varsa, bu uzlaşamayan ve şiddete başvuran siyasilere aittir” dedi. 60 yılda 100 milyondan fazla üretilen Kalaşnikof halen 60’tan fazla ülkede resmi olarak kullanıyor. Silah, altı ülkenin de bayrağında simge olarak bulunuyor. Dünyadaki tüfeklerin yüzde 80’ini oluşturduğu tahmin edilen Kalaşnikof, dakikada 600 mermi atabiliyor. Sudan, çamurdan, kumdan etkilenmiyor ve çok nadir tutukluk yapıyor.*

Tasarımcısı, o yıllarda Sovyet ordusunda subay olan Mihail Kalaşnikof 60 yıl önce bu ölüm makinesini yaratırken işin bu kadar büyüyeceğini düşünmüş müdür bilinmez ama tasarım literatüründe pek adı anılmasa da, sanayi devrimi sonrası yapılmış en iyi (!) tasarımlardan birisi olduğunu kabul etmek gerek AK-47 Kalaşnikof piyade tüfeğinin...

Çirkin ve modası geçmiş görüntüsüne, atım mekanizmasını kapayan üst kapak dışında küçük bir atölyedeki üç-beş torna-freze tezgahında üretilmiş görüntüsü veren metal aksamı ve üreten ülkeye göre değişen ahşap ya da plastik kundak/dipçik takımı bir yana, hafifliği ve yukarıdaki yazıda da belirtildiği gibi yıllarca çamurun, suyun içerisinde kalsa da çalışmaya devam eden mekanizması sayesinde insanlığın başındaki -adı konmamış- en büyük belalardan biri sayılabilir. Kötü bir atölye üretimi gibi görünen bu metal makineyi -lanet olsun ki- tasarım harikası yapan da bu mekanik kusuruzluğudur; Çok az ve basit parçadan oluşan mekanizması hep ama hep çalışır, basit olduğu için çok az hata yapar ve 60 yıldır çalışan modelleri bir onun bir bunun elinde ölüm saçar tüm dünyada... (Detaylı bilgi bulamadım ama bu makinenin yaygınlaşmasında tasarımı ve mekanik becerilerinin yanı sıra soğuk savaş ve sonrası dönemde batılı ülkeler -en azından- görüntüde silah ticaretini kontrol altına almışken, karşı hareketleri bastırmak için Sovyetler Birliği, Doğu Almanya ve Çin gibi ülkelerin tüm dünyaya saçtığı/savurduğu Kalaşnikof'ların da etkili olduğu söylenmektedir)

Tasarımcı gözüyle bakınca Mihail Efendi -insanların çoğu sağ elini kullandığı ve kullanım(!) sırasında sağ el tetik mekanizmasında olacağı için- şarjör değiştirildikten sonra namluya mermi sürme aşamasında sorun çıkaran sağdaki kurma kolunu neden sola taşımamış diye düşünülse de ilk modellerinde yer alan ve kar/yağmur şartlarında askerlerin kibritlerini kuru kalması için saklaması amacıyla yapıldığı söylenen ahşap dipçik altındaki kapaklı yuvayı görünce insan tebessüm etmeden geçemez bir ölüm makinesindeki bu insani ayrıntıya...

Bu "lanet" katil makinenin 60 yıllık hikayesinde silah aşığı/meraklısı tüm beyinsizler için alınacak dersler vardır. Tasarım harikası olsa da sonuçta "can alan" birer makinedir silahlar, Azrail'in orağıdır...

* Akşam Gazetesinin "Kalaşnikof 60 Yaşında" başlıklı haberi.

3 Temmuz 2007

Tüm "P"ler Adına...

"...in icinde de kalmis fenasi. Bu mesele gundeme geliyor ve eski borclar sifirlaniyor."

Pes... Kendime bile itiraf etmediğim -ve yıllar öncesinde kalıp da bir daha konuşulmayacağını düşündüğüm- bir mevzuda, kahve telvesine bakıp bir gelişme olacağını görüyorsun ve en olmadık bir rastlantıyla -yıllar sonra- eteklerdeki tüm taşlar ortaya dökülüyor ve herkes içinde kalanı söylüyor ve mutlu-mesut herkes kendi yoluna gidiyor ve bir anlamda eski borçlar -umarım- sıfırlanıyor...

"Pes"in ve "Psişik"in tüm "P"leri adına..! Bakalım falda geçen diğer hadiseler ne zaman -ve nasıl- cereyan edecek..?

Tırsıyorum :)

Ay Üssü Alfa

Test... Test... Sesim geliyor mu..? Burası Ay Üssü Alfa... Pıhhh... Pıhh...

2 Temmuz 2007

Karaağaç

Senin yerine bir dilek tuttum "Hersey yoluna girecek mi?" diye. Fincan dedi ki, hersey zaten yolunda.

MartinEfendi artık kendisinin alameti farikası haline gelmiş olan ve günde en az üç defa etrafa nefis kahve kokuları yayan, içi -her zamanki gibi- şekersiz-sade kahve dolu bardağı ile sabahları güneş doğduktan hemen sonra -ki kendisi bir 'sabahınerkensaatleri' insanıdır- büyük bir keyifle suladığı karaağacın gölgesinde oturmuş, parçası olduğu görüntü karesi ile hiç uyuşmayacak bir şekilde "Ace of Spades (Better Motörhead Than Dead versiyonu)"i mırıldanmaktadır. Beyin hücrelerine zerk olmuş kahve aromasının etkisi ile olsa gerek Gumush'e şöyle bir kısa mesaj atar; "Yav benim için bi Türk kaavesi içip de fal baksan kirk deve yükü sevap kazanirsin valla!" Kısa bir süre içerisinde gelen cevap beklenildiği gibi son derece nettir; "Ok!"

Saatler sonra MartinEfendi iki elini arkasında kavuşturmuş -bu sefer karaağacın görüş alanından uzak bir köşede- Ihlamur ağacının karşısında "Küresel ısınmadan bananeymiş kardeşim" dercesine her sabah harika pembe çiçekler açan ağaca hayran hayran bakmaktadır ki Gumush'den beklenen cevap gelmiş, fal bakılmış ve ayrıntılı analizlerle yoğrularak MartinEfendi'ye ışınlanmıştır.

Ve olaylar gelişir...

1 Temmuz 2007

New Age Hadiseleri - 1

"The Secret" lavukluğu ve "What The Bleep Do We Know" mania üzerinden New Age hadiselere tersinden bakışları not düşmek için iki köşe yazısına ait linkleri ekliyorum.

Bu notlar devam edecek, daha sonra elimdeki okumaları bitirip New Age hadiseler üzerine birşeyler yazacağım. Eğlenceli olacağını tahmin ediyorum zira -kitaplığımın tozlu raflarından az önce tekrar indirdiğim- Can Kozanoğlu'nun "Türkiye'nin New Age'i"ne kolay okunan bir giriş metni olarak adlandırabileceğimiz :P "İnternet, Dolunay, Cemaat" adlı kitabını okuduğum 1997 yılından beri insanların "değişim"i nasıl kendilerine göre algıladıklarını, uyum sağladıklarını ya da reddettiklerini izliyorum.

"İnsan Tanrı" Yaratma Planı Devrede
Güler Kömürcü

The Secret
Serdar Turgut

Internet, Dolunay, Cemaat
Can Kozanoğlu