29 Ağustos 2005

Uçurtma Olsaydım...



Uçurtma olsaydım Scott Haefner'in uçurtması olmayı isterdim...

Hafif.org'da okudum, Scott Haefner uçurtmalarına monte ettiği fotoğraf makineleri ile uçurtmaların gözlerinden inanılmaz fotoğraflar çekiyormuş..! Kite Aerial Photography sayfasındaki özellikle panoramik fotoğraflara tek tek keyifle baktım bütün sabah kendimi uçurtmaların yerine koyarak...

"Uçurtma" ve "Fotoğraf"... Aynı cümle içerisinde olması bile keyif veriyor bana...

25 Ağustos 2005

"Hareketli An"ın Peşinde

"An", fotoğraf deyince ışık, renk, ton vesaireden de önce aklıma gelen ilk şeydi ta ki "Hareketli an"ın donuk bir fotoğraf karesinde nasıl gösterileceğine kafa yormaya başlayana kadar... Acaba "Hareket" aslında video teknolojisinin işi de ben boşa mı kafa yoruyorum, ya da "Düşür shutter speedi, bas gitsin deklanşöre al sana hareketli an" diyerek konuyu uzatmamalı mıyım..?



İtiraf ediyorum ben de "Hareketli an"ı ararken en kolay yöntem shutter speedi düşürmeyi deniyorum bu aralar sürekli ama "Hah işte hareketli an bu olsa gerek..!" dediğim fotoğraflarım için hep "Şurada netlik problemi var" yorumu yapılıyor ve tabi o zaman da kalkıp "Sen gel bi de benim kafamın içerisinden benim gözlerimle gör!" diyemiyorum -Evet evet... Zaman makinesinden önce "Gel bi de benim kafamın içerisinden gör" makinesi yapılması lazım bence..!

"Hareketli" an olur mu demeyin en hareketsiz en donuk olarak algıladığımız anları/şeyleri sırtında -sürekli- ileriye doğru taşıyan "zaman"ı yok saymak mümkün mü..?

22 Ağustos 2005

...

Başlıksız ve -aslında- yazısız... Sadece kendime...

15 Ağustos 2005

Bir "Tekno-Fabl" Denemesi

“Hadi kalk..! Gidiyoruz…” diye seslendi aşağıdan, o anda uyuyor muydum yoksa uyanık mıydım tam hatırayamıyorum ama hani olur ya hayatta hiç ama hiçbir şeyden keyif alınamayan anlardan birisini yaşıyordum galiba… Çok keyifsizdim…

“Sana da olur mu..? Hayatta hiç ama hiçbir şeyden keyif alamadığın...?” dediğinde “Tamam..!” dedim kendi kendime “Kesinlikle rüya görüyorum…”

“Hadi bin de seni uyandırayım, kendine getireyim” dedi ve işte o zaman rüya görmediğimi fark ettim. Neredeyse hiç pedal çevirmeden bisikletim beni çoktan son hızla etrafı her tonda yeşil ağaçlar ve artık sararmaya başlamış otlarla çevrili toprak yolda bir yerlere doğru götürmeye başlamıştı. Kafam sürekli gökyüzüne çevrili gezdiğimden toprağın renginin de sarıya çaldığını daha önce fark etmemiştim, etrafta insan yapısı tek tük tek katlı evler dışında sarı-yeşil renk paletine uymayan hiçbir şey yok misafir gelmeden önce derli toplu görünsün diye temizlenip toparlanmış bir ev gibi…

Yokuş aşağı gidiyor olmamamıza rağmen pedal çevirmeden hızımız sürekli artıyordu, hava çok sıcak olduğu için yatarken giydiğim pamuklu tişört hala üzerimdeydi ve rüzgar belimden, boynumdan girip tişörtü şişiriyordu. İçimden bir türlü havalanmayan bir uçurtmaya benzediğimi düşünüyordum ki “Ne düşünüyorsun..?” diye sordu ama cevap vermedim. Ben sessiz kalınca o da uzatmadı ve sanki bensiz de –Oysa ki bensiz hiçbir yere gitmediğini/gidemediğini zannediyordum- defalarca geçtiği yollarda bir sağa bir sola sapıp vücuduma ve suratıma çarpan rüzgarla iyice ayılmamı sağladı.

“Burada biraz dinleneceğiz” dediğinde zaten epeyce yavaşlamıştık, bir süre yanımızdan uçan kelebeğin siyah –evet siyah- kanatları üzerinde kavuniçi tonlarında benekleri olduğunu son derece net görmüştüm çünkü…

Beni sırtından atıp, kendisi de tek ayağına dayanmış mahalle serserileri gibi sağına kaykılıp dinlenme pozisyonuna geçtiği yer ana yoldan geliş yönümüze göre sağda yıkık taş duvarın üzerinden yola tam çapraz içeri doğru giren bir patikanın başlangıcıydı. Buradan nereye gidilir ki diye gözlerimle patikayı takip edip kafamı kaldırdığımda sarı taşlardan yapılmış ama ne camları ne de çatısı artık kalmamış yıkık evi gördüm. Odaları, duvarların içerisine oyulmuş yüklükleri ve –hayret- çalınmamış pencere demirleriyle ev bir harabeden çok orada bir ağaç gibi kendi kendine büyüyen -kendi kendini inşa eden- bir canlıya benziyordu. Bir iki yıl sonra aynı yere tekrar gelsem evi kendi kendini tamamlamış bulacağım hissine kapıldım.

Yıkık evde bir zamanlar kimlerin yaşadığını hayal etmeme fırsat vermeden sabah beni uyandırdığı tonda “Dönelim..!” dedi. Sabahın köründe su içmek adetim değildir –karpuz yemeyi tercih ederim, bunu söylediğimde insanların suratındaki garip ifadeyi yorumlayamıyorum- ama bilinçsizce elimi su matarasına attığımda dışından bile hissedilebilecek şekilde buz gibi su dolu olduğunu anladığımda bana emir verir gibi konuşmasından dolayı sinirlendiğim için bu sefer de kendime kızdım.

Buz gibi su iyi gelmişti ama bana çaktırmadan matarayı niye doldurduğunu dönüş yolunda anladım; Eve dönebilmemiz için kilometrelerce pedal çevirmem gerekiyordu çünkü bisikletim “Hadi bakalım sıra sende” dercesine bütün işi bana bırakmış gelirken benim yaptığım gibi etrafı seyre dalmıştı ben ter içerisinde pedal çevirmekle uğraşırken.

“Biliyor musun..?” dedim “Arabayla giderken yolda böcek ya da karınca ezdiğimi hiç fark etmemiştim ama şimdi ön tekerleğinin altında bir sürü karınca eziliyor gözlerimin önünde…” Bir süre sessiz kaldı ama ne kadar uğraşsam da karıncalar ezilmeye devam ediyordu, ezmemek için yönümü değiştirdiğim karıncıların hayatlarının karşılığında başka karıncalar eziliyordu. “Karıncaları ezen ben değilim, sensin!” dedi birden. Uzatmadım… Zaten pedal çevirmek yeterince zorluyordu beni, bir de ona laf yetiştirmeye çalışsam iyice soluksuz kalacaktım…

Evden çıkalı bir hayli vakit geçmesine rağmen ortada hala bir allahın kulu yoktu, en azından sütçü geçerdi bu saatte ya da sabahları sarı-lacivert eşortmanları içerisinde yürüyüş yapan Süleyman Amca’ya rastlamayışım garip diye düşündüm bahçe merdivenlerinden içeriye doğru bisikleti taşırken…



Yine sağa kaykılıp dinlenme pozisyonuna geçtiğinde “Gidip geldiğimiz yolun göçmen kuşların güzergahı üzerinde olduğunu bilseydin bir de…” diye geçti aklından bisikletin ama bunu benimle paylaşmadı…

3 Ağustos 2005

Bu Kadar Fotoğraf Nereye Sığacak ya da Dijital Fotoğraf Arşiv ve İçerik Yönetimine Tekno-Subjektif Bakış Denemesi

Başlıktan da anlaşılacağı gibi sevgili dijital fotoğraf makinalarımız bize film banyosu, baskı gibi ara süreçler için ara süreç ve hizmet sağlayıcıları devreden çıkarma imkanı tanırken mevcut hafıza kartlarının kapasiteleri elverdiğince deklanşöre şımarıkça basma özgürlüğünü de sunuyor.

Tabi bu özgürlüğün getirdiği yan etkileri çektiğimiz fotoğrafları aynı şımarık rahatlıkla bilgisayarlarımızın harddisklerine ve diğer medyalara (CD-R, CD-RW, DVD-R, DVD-RW ve benzeri) bastıktan ve gigabytelarca ("Gigabyte", "Cigabeyti" diye okunursa tadına daha çok varılıyor bence...) dijital fotoğrafın içerisinde bir akşam oturayım da iki klik yapayım çektiğim fotoğrafların üzerinde dediğinde farkına varıyor insan bir "Dijital Fotoğraf Arşiv ve İçerik Yönetim Sistemi"ne ihtiyaç duyduğunu...

"Arşiv" ne demek malumunuz, dijital fotoğraflarınızı alıp harddiskinizin ya da DVD-BY'nizin (Biteviye yazılabilir DVD, DVD-RW için Türkçe isim önerimdir. Türk Dil Kurumu'nu ikna edip yasal yollarla kullanmanız için baskı da yapabilirdim ama istiyorum ki yazılarımı okuyan kitle benimsesin, sahiplensin ve yeni nesillere aktarılarak kendi kendine kabul edilsin dilimize yaptığımı bu naçizane katkı...) kalbiniz kadar temiz klasörlerinize kaydetmeniz demek oluyor...

Amma velakin bence "Arşiv" kelimesinin tam olarak karşılamadığı ve gavurların "Asset Management" dediği "İçerik Yönetimi" meselesini de unutmamak gerekiyor bu noktada. Yani şöyle ki; Fotoğraflarımızı aldık en güvendiğimiz disklere taşıdık ama gün geldi ki onbinlerce fotoğrafımızın içerisinden belirli kriterle bazılarına ulaşmamız gerekiyor... İşte içerik yönetim sistemleri tam olarak bunu yapıyor, fotoğraflarımıza işletim sistemlerinin, fotoğraf makinelerimizin verdiği temel ayırt edici isimler/bilgiler/verilerin yanı sıra kendi tanımladığımız üst-veri (meta-data) alanlarını da tanımlayıp ilgili verileri girmemizi ve istediğimiz her an istediğimiz her kriterle teknik olarak en hızlı şekilde aradığımız fotoğraflarımıza ulaşmamızı sağlıyor. Özetle, bizim yerimize fotoğraflarımızın nerede olduğunu ve onlar hakkında aklımızda tutmak istediğimiz, bilmemiz gereken bilgileri tutuyor bizim yerimize gidip istediğimizi kulağından tutup getiriyor...

Örnek vermek gerekirse çekmiş olduğumuz bir aile fotoğrafının nerede olduğunu, fotoğraftaki kişilerin kimler olduğunu, o gün ne için toplanıldığını, fotoğrafın nerede çekildiğini ve benzeri bilgileri içerik sistemine söylüyoruz o da bu bilgileri o fotoğraf ya da fotoğraflarla bize çaktırmadan ilişkilendirip günler, yıllar sonra arama kriterlerimize uygun olarak getiriyor.

Yazarken aklıma geldi ama bu analoji ne kadar uygun olacak bilmiyorum; Fotoğraflarımızı terlikler, içerik yönetim sistemini de akıllı bir köpek olarak düşünürsek terlik dolabında duran terliklerden ihtiyacımız olanı/olanları köpeğimize söylediğimizde bizim yerimize gidip dolaptan alıp getirmesine benziyor bu iş... Tabi ki köpeğimiz (içerik yönetim sistemimiz) ne kadar akıllı ve kolay eğitilebilir olursa ihtiyacımız olduğunda doğru terliklere ulaşmamız da o kadar kolay olacaktır... (Bu terlik-köpek analojisi çok hoşuma gitmedi ama daha iyisini bulana kadar -bulmak istiyor muyum ondan da emin değilim şu anda...- burada kalsın.)

Sonuçta bir süredir dijital fotoğraflarımı nereye arşivleyip hangi içerik yönetim sistemiyle en verimli şekilde onlara ulaşabilirim diye bakınıyorum. Arşivleme kısmına daha sonra gireceğim ama ilk kurcalamalarımı yapıp bugün itibariyle incelemeye/vakit ayırmaya değer bulduğum içerik yönetim yazılımların web siteleri ve deneme sürümlerini indirebileceğiniz linkleri aşağıda yazıyorum. Son derece subjektif hatta başlıktan da anlaşılabileceği gibi bir tekno-subjektif inceleme olacağı için seçeğim kriterler ve tav olduğum özellikler sadece beni bağlar böyle biline...

Bu arada söylememe gerek bile olmayabilir ama bahsettiğim çözümlerin şimdilik hepsi (Çoğu da diyebiliriz ileride) veritabanı yapıları ve genişleme olanakları itibari ile son kullanıcı ya da yarı-profesyonel kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılayabilecek ürünler ve sadece tam fonksiyonlu, süre-kısıtlı tanıtım versiyonu olanları inceleyeceğim. Özetle, "Enterprise" ölçeğindeki profesyonel ihtiyaçları karşılayacak çözümler için yanıp tutuşuyorsanız bana yazın elbette ki her konuda olduğu gibi bu konularda da edecek bir kaç kelamım olacaktır.

İşte seçtiğim içerik yönetim çözümleri bunlar, araştırmaya devam ediyorum vakit ayırmaya değer başkalarını da bulursam listeye ekleyeceğim:

IMatch Image Management Tool
Üretici : Photools
Web Sitesi : http://www.photools.com/

iView Media Pro
Üretici : iView Multimedia
Web Sitesi : http://www.iview-multimedia.com/

Portfolio
Üretici : Extensis
Web Sitesi : http://www.extensis.com