Erhan Hoca'nın Cumhuriyet'te 20 Aralık günü Picasso ve Dubuffet sergileri ile ilgili olarak yayınlanan yazısı mutlaka okunmalı! Özellikle sanat eserinin biricikliği konusundan bahsettiği yer çok önemli bence... Ve tabii ki Ogo'ya teşekkürler!
Picasso ile Stravinsky'nin kendi dallarında evrensel ölçekli geniş ufuklar açışlarındaki benzerlikler, uzunca dönemler tartışılmış ve yorumlanmıştır. Resimde ''Les Desmoiselles d'Avignon'' çok değişik ve hınzır bir şeylerin başlayışının işaretiydi. Müzikte ise Ateş Kuşu-Petruşka dizisiyle gelişip ''Bahar Ayini'' ile doruğuna ulaşan benzersiz değişimcilik oyunu hâlâ hayranlıkla anımsanmaktadır.
Sabahleyin orkestra konserinde Stravinsky dinleyip öğleden sonrasında Picasso' ları görmeye gidiyorsunuz. Hele bir gün öncesinde de Dubuffet' leri görebilme şansını bulmuşsanız, hiç eksikliğiniz yok. Bunlara mekân oluşturarak, İstanbul çok hoş bir tablo çiziyor.
Medyatik tüketimsel unsurlarla çok fazla hamur oluşu günümüz İstanbul'u için haklı yakınmalara yol açabiliyor. Ancak, tüketim merakının sanatsal-kültürel düzlemlere de yansımasının sonucu olarak değişik bir istemcilik doğabiliyor. Böylece Picasso yapıtları, Dubuffet resimleri, aynı dönemde İstanbul'da buluşabiliyor. Aslında her iki serginin de ileri düzeydeki meraklıları tam tatmin etmesi söz konusu değil. Dubuffet'de baskı ürünü gravürler büyük çoğunlukta. Tuval resimlerinin sayısı epeyce az ve bunlar da büyük Dubuffet'yi tam anlatmaya yetmiyor. Özbeöz torununun düzenleyiciliğini yaptığı Picasso sergisi ise desen, tabak çanak (ve bu arada Pablo Usta'nın önemli bazı resimlerinin replikası olan, ama ciddi bir sergi için epeyce hafif kalan duvar halıları) ağırlıklı olmuş. Büyük Picasso'nun asıl güçlü özelliklerini tanıtmaya yarayacak yağlıboya renkli tuvaller ise özel koleksiyonlardan ve muhtemelen biraz da aile arşivlerinden yararlanarak bir araya getirilmiş, evrensel sanat değerlendirmesi ölçütleriyle konuşursak daha ziyade vasat düzeyde bir yapıtlar topluluğunu ortaya koymuş bulunuyor. (Ancak, büyük ustanın bilinegelen benzersiz bir çizme rahatlığını ve desen gücünü yansıtan gençlik dönemi desenlerinden bir bölümü yine de dikkat ve hayranlık çekici.)
Sanat yapıtının biricikliği
Batı ülkelerinde öteden beri sanat-kültür dünyasının destekçiliğini zevk sahibi varlıklı insanların yaptığı bilinir. Kentsoylu toplum katmanının sanatsal yaratıcılığa ve etkinliğe epeyce bir anlayarak ilgi gösterişinin yanı sıra bunların arasından varlık durumu daha uygun olanların maddi destekçiliği benimsediği de uzaktan takdirle izlenir. Bizdeki iş dünyasının bazı kesimlerinde de benzer bir sahipleniciliğin ortaya çıkışı ilginç bir gelişmedir. 'sponsorluk' falan gibilerden bir toplumsal kültürel işlevin ortaya çıkışına tanıklık edilmeye başlanıyor. Bu destekçilik ve benimseyiciliğin geniş kapsamlı uluslararası sergileme işlerini de gündeme alışı memnuniyet verici bir olay. Böylece eksiklere, gediklere karşın Picasso ve Dubuffet İstanbul'a hoş gelmiş oluyorlar.
Bu vesileyle, bir plastik sanat yapıtının aslını görmenin önemi ve keyfi üzerinde biraz durabilme fırsatı yakalıyoruz. Kitap basılarak çoğaltılır; sinema filmi zaten çoğaltıldıktan sonra defalarca gösterilme mantığına göre hazırlanmıştır. Müzik sanatının yapıtları, radyo-televizyon, plak-CD ve en son yayın sistemi olan bilgisayar aracılığıyla dinleyicinin ve tüketicinin kulağına iletilir. Oysa plastik sanatların ürünü olan resim ve heykel, sadece bir tanedir. Klonlamayı düşündürtebilecek türden modern yöntemlerin falan da sanat eserinin bu ''biricik'' liğini ortadan kaldırması olanak dışıdır. İzleyicinin bunu en azından kafasında canlandırabilmesi için reprodüksiyon tekniklerinden, fotoğraf dünyasının olanaklarından yararlanılmasına çalışılır. Ancak, aslı birkaç metrekare yüzeylere yayılmış bir büyük yapıtı, meraklısı bir izleyici için, kitap ya da kartpostal boyutunda bir fikir vericiliğe indirgemek aslında çok yetersiz kalıyor. Öte yandan, heykel olayındaki üç boyutluluğun bir küçük resim sayfasına sığdırılarak anlatılabilmesi çok zordur. Buna göre bir plastik sanat ürününün o tek, tekil, biricik olan aslını görebilmenin ne denli önemli olduğu ortaya kendiliğinden çıkıyor.
İşlenmeden dışa vurulmuş imgeler
Hatası ve sevabıyla birlikte iki önemli çağdaş sanatçıdan toplamda iki yüzü aşkın yapıtın asılları birkaç aylığına el altındadır. Gidiniz; görünüz onları. Elinizle dokunmasanız bile, ruhunuzla okşayın bu yapıtları. Büyük Picasso'nun, henüz on beş yaşındayken gürleyerek dışa vuran dehasını sergileyen Barselona'daki o nefis müzeden gelmiş birkaç gençlik yapıtının önünde diz çökünüz.
Picasso sanat dünyası dışında da çok bilinen, popüler ve medyatik bir şöhrete sahipti. Buna karşılık, Dubuffet, sadece sanat dünyası insanlarının bildiği ve yücelttiği bir büyük adamdır. Kendisine varsıllık sağlayan şarap ticaretini bırakıp kırk küsur yaşından sonra resim sanatına gelmiş bir otodidakttır Jean Dubuffet. Geçen yüzyılın ortalarında çağdaş sanatın tüm oyunlarının oynandığı ve tüm kurallarının yerleştiği varsayılan bir dönemde tüm anlatım yöntemlerine karşı çıkmayı becerecek müthiş bir beyin gücüne ve entelektüel birikime sahipti. Doğadan ve insanın içinden fışkırdığı gibi hiç işlenmemiş (brüt) haliyle dışarı vurulmuş imgelerin şiirsel bir sentezinin peşindeydi. (Dubuffet'nin o olağanüstü Paris-Georges Pompidou sergisinin, hayranlık dolu izlenimlerini, bir yazımızda Cumhuriyet okurlarıyla paylaşmış olduğumu anımsıyorum.)
Buna karşılık Picasso ile ilgili olarak çeşitli dillerde bol miktarda yazma, konferans ve TV söyleşilerinde konuşabilme fırsatı bulmuşumdur. Kendisini etten kemikten, kısa süreli bir rastlaşma çerçevesinde de olsa, tanımış bulunmanın onur verici ve zevkli anısını hep içimde yaşatmışımdır. Bundan önceki dönemlerde sadece birkaç deseniyle de olsa, Picasso yapıtlarının Türkiye'de sergilenişinde okurlara ''gidiniz görünüz'' mesajları veren bir şeyler yazdığımı da hatırlıyorum. Medyatik ve güncel olayların peşinden bir çeşit vazife gibi koşan İstanbul insanlarının adı çok geçen bir yerde bulunma dürtüsüyle Emirgan'daki köşkün salonlarını dolduracağından emin olunabilir. Tümü gerçek sanat meraklısı, resimden anlayan kimseler olmayabilir. Az sayıdaki daha iyi niyetli meraklıların ise hele daha önce asıllarını hiç görmemişlerse, bu kadar çok Picasso'nun İstanbul'da duraklamasından büyük mutluluk duyacağı kesindir. Yazıya Stravinsky ile girmiştik. Metnin sonunda da Stravinsky-Picasso yakınlığının altını çizelim. Bu iki dâhinin kendi dallarında evrensel ölçekli geniş ufuklar açışlarındaki benzerlikler, uzunca dönemler tartışılmış ve yorumlanmıştır. Resimde ''Les Desmoiselles d'Avignon'' çok değişik ve hınzır bir şeylerin başlayışının işaretiydi. Müzikte ise Ateş Kuşu-Petruşka dizisiyle gelişip, 'Bahar Ayini' ile doruğuna ulaşan benzersiz değişimcilik oyunu, üzerinden yüzyıla yakın zaman geçtikten sonra, hâlâ hayranlıkla hatırlanmaktadır. Bu çok büyük adamların anılarına derin saygıyla...
21 Aralık 2005
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
hocayi ozlemisim :)
Yorum Gönder