11 Mayıs 2007

Çağlalar

Yeni arkadaşlar edinildi, kimileri ile yan yana gelindiğinde "Siz onbeş yıldır tanışıyormuş gibisiniz yahu!" cümleleri duyuldu, kimileri kardeş kadar sevildi, dertleşildi, karşılıklı yeni ufuklar açıldı. İki tur ile zar zor ve nefes nefese başlayan koşular düzenli şekilde artarak on tura çıktı, "Kendi kendine motive olup da her akşam koşan ekip de ilk defa görüyoruz" şeklinde şaşkınlıkla karışık övgüler alındı. Haftalar boyunca hiç ama hiç alkol alınmadı, evet özlenildi ama karaciğerin de bir süre dinlenmeyi hak ettiği gerçeği zaten ortadaydı. Bir türlü konsantre olunup da okunamayan kitaplar bitirildi, yerli-yabancı dergiler alındı, arkadaşlarla değişerek okundu, üzerinde tartışıldı ve özlenen sindire sindire, hayal ede ede, yaşaya yaşaya okuma keyfi tekrar kazanıldı ve bunun nefes almak ve özgür olmak kadar önemli olduğunun farkına varıldı. Filmlerde -ve bilgisayar oyunlarında- çok zevkli görünen şeylerin aslında ne olduklarının farkına varıldı, uzak durulmasının ve karşı olunmasının neden gerekli olduğu üzerine düşünüldü, onlarla heyecanlanan insanları izledikçe acaba onlarsız bir dünya olabilir mi diye hayaller kuruldu. İnsanlar yemyeşil çimenlerin arasında yetişen sarı yaban çiçeklerini tek tek ve hızla koparırken -onlardan kurtulmaya çalışırken, daha bebek denilebilecek bir küçük çiçek otların arasına özenle gizlendi ve her sabah acaba hala hayatta mı diye gidip bakıldı. Büyüyüp serpildiğinde onunla gurur duyuldu, "Bir menekşe kadar güzel" diye düşünüldü. Kuşlar sabah şarkılarını söylerken kayısı ağaçlarından üçer beşer ekşi çağlalar koparıldı, küçük çocuklar gibi ceplere doldurup aylaklık yaparken keyifle yenildi. Elini uzatıp da çağlayı ağacın dalından koparırken masmavi gökyüzüne dalmanın hayattaki en güzel şeylerden birisi olduğunun farkına varıldı...