4 Haziran 2006

Beni Gördüğünde Yerdeydim

O şehir. Öğleden sonra...

Önce o beni gördü... Beni gördüğünde ben yerdeydim... O ise havadaydı ve benim onu görmem onun bana baktığını farketmem sonucu oldu... Yani aslında ben ona bakmıyordum dolayısıyla onu havada görmüş sayılmam, ben sadece boylu boyunca neredeyse tüm duvarı kaplayan camdan dışarı -ne tam gökyüzüne ne de ufuk çizgisine, tam arasına diyebiliriz- boş boş bakıyor ama bir yandan da odadakilere boş boş baktığımı çaktırmamak için sol elimi sağ dirseğime destek yapmış sağ işaret parmağım yanağımda, orta ve baş parmaklarım ise çenemi okşarcasına aralarına almış durumda derin derin düşünüyor görüntüsü vermeye çalışıyordum... Aslında düşünecek o kadar çok şey vardı ki o anda ve konsantrasyonum ise o kadar düşüktü ki zaten bir süredir bununla başa çıkmaya çalışıyordum/zaten kendimi dışarıdan izliyor, vakit geçirmek için kendimi bir kukla gibi iplerimden çekerek oynatıyordum... Hayata katılımım bir kukla kadardı, kukla çırpınır durur ama aslında hayat onun hayatı değildir ki, kuklacı karar verir onun ne yapacağına... Kendi kuklamın kuklacısıydım galiba o anda...

Ve evet... Önce o beni gördü eminim... Ben kesinlikle gökyüzüne doğru bakmıyordum, hatta bakmıyordum bile diyebiliriz. Göz kapaklarım açıktı ama beynim gelen görüntüleri işlemeyi bir süreliğine bırakmıştı, zaten kukla değil miydim o anda..!

Birdenbire birinin bana baktığını hissettim, hani olur ya hisseder insan, hele bakan gözlerini dikmiş "Evet sana bakıyorum" dercesine bakıyorsa...

İki taneydiler ve yanyana uçarak gökyüzünde aynı yerde büyük bir çember çiziyorlardı. Bana baktığını farkettiğimde dış çemberde uçuyordu ve çemberin hangi noktasında olursa olsun kafasını bana doğru çevirip alaycı gözlerle beni süzüyordu, diğerinin ise umurunda bile değildim.
Durumu farketmem en azından birkaç dakika sürdü ve o şaşkınlıkla "Leyleği havada gördüm!" dedim kendi kendime... İkisi de kocamandı, gökyüzünde çizdikleri çemberin bana yakın olan noktasına geldiklerinde beyaz kanatlarının uçlarındaki siyah tüyleri bile seçebiliyordum ve o anda kendimi rüyasında "Şefaat ya Resulallah" demeye niyetlenip yanlışlıkla "Seyahat Ya Resulallah" diyen Evliya Çelebi gibi hissettim bir an; Leyleği havada görmüştüm ve bundan sonra sürekli seyahat edecektim..! Seyahat lafı tek başına kulağa çok eğlenceli gelse de bu aralar benim hayatımla aynı cümle içerisinde kullanınca bal gibi de oradan oraya savrulmak anlamına gelebilirdi..!

Kendimi toparlamam da sanırım birkaç dakika aldı; Bir kere ben onu görmemiştim ki, o beni gördü..! Yani aslında onu görmem için gereken herşeyi hazırladı, gözümün önünde aynı yerde çemberler çizmeler, gözünü dikip alaycı alaycı bakmalar filan... Bu durumda kesinlikle ben leyleği havada gören birisi sayılmazdım ki, ortada bir alicengiz oyunu olduğu son derece netti! Gerçi birkaç saat sonra o şehirden ayrılacaktım ama bu sayılmazdı ki, günler önceden planlanmıştı herşey...

Bu sefer ben dik dik bakmaya başladım her ikisine de, "Sizi ben görmedim ki, ikiniz gelip size bakmamı sağladınız" der gibi manalı manalı bakıyordum. Karşılıklı sinir harbine başladık, alaycı bakışları sinirli bakışlara dönüşmüştü ama diğerine daha çok kızmaya başlamıştım; Hala umrunda değilmişim gibi iç çemberde uçuyordu... Bir beş dakika daha bakışabilseydik eminim beni farketmesini sağlayabilirdim ama birdenbire çemberi bozmadan dönerek yükselmeye başladılar, nereye gidiyorlar diya kafamı kaldırdığımda ormanın üzerinden gelen leylek sürüsünü farkettim... En az kırk ya da elli taneydiler... Kimileri çok büyüktü, artık oldukça uzakta -ve yüksekte- olmalarına rağmen son derece net görebiliyordum onları. Ve tam o anda bunun da oyunun bir parçası olduğunu farkettim, bu sefer bir sürü leyleği havada görmüştüm, artık hiçbir bahanem kalmamıştı, oradan oraya savrulacak olmayı kabul ederek pencerenin önünden ayrılarak kahve makinesine doğru yürüdüm. Makinenin mekanik bir hamaratlıkla hazırladığı kahveyi beklerken geriye dönüp bakmamak için kendimi zor tuttum ama leyleklerin kahkalarla bana güldüğünü duyar gibi oluyordum, "Bizden kurtulamazsın, istediğimizi alıp oradan oraya savururuz" diyorlardı kahkahalarla...

O şehirle bu şehrin arasında bir yer, ama o şehre daha yakın... Akşamüstü...

Leylekleri unutmuştum... Ve zaten şu anda yapabilecekleri bir şey yoktu ki, zaten yoldaydım... Hayatım boyunca gördüğüm leyleklerden daha fazlasın görmüştüm ama nasılsa o şehirde kalmışlardı, bu şehirde güçleri yetmezdi ki..? Tüm bunlar aklımdan, yol arabanın tekerlerinin altından akıp giderken, ve altında bot olan delta kanadı inişe geçerken az önce görmüşken ve büyük sarı deniz uçağını havalandıktan az sonra görmeden bir süre önce gayri ihtiyari gözümün sol üstünde gökyüzünde birşeyin benimle aynı hızla gittiğini farkettim, yolun sola kıvrılmasıyla onun leylek olduğunu farketmem ve biraz ileride yolun üzerinden geçerek sağda ufukta kaybolması bir oldu...

Hala takip ediyorlar dedim kendi kendime... Ve acaba diye düşündüm, sadece hayatlarını oradan oraya savuracakları insanları mı seçiyorlar yoksa o insanların başlarına neler geleceğini de biliyorlar mı..?

Hiç yorum yok: