10 Nisan 2007

Paris ve Barcelona'daki Niğde

Posta kutuma reklamlar, dergiler ve ekstrelerden başka birşey gelmediğinden olsa gerek eve girerken yine heyecansız bir şekilde aldım zarflardan oluşan kağıt tomarını. Oysa eskiden ne büyük heyecandı posta kutusunda bir zarf bulmak...

Eve girip elimdeki tomara bakınırken sağ üst köşesinde pul -evet gerçek pul- olan zarf dikkatimi çekince daha dikkatli baktım; Adım, adresim ve gönderenin adresi özenle el yazısı ile yazılmıştı ve Ogo'dan geliyordu!

Ogo'dan -Barcelona'dan- gelen zarfın içini açınca "Şehrin umumi görünüşü - A general view of the city" başlıklı bir Niğde kartpostalını görünce şok oldum; Niğde'nin saat kulesi, hükümet meydanı ve genel görünüşünden oluşan üçlü kompozisyon sol alttaki bayrak ve dekoratif (!) "Niğde" yazısı ile tamamlanmıştı!

Kartpostalın hikayesi ise şuydu: Ogo, 2000 yılından önceki bir tarihte -sanırım 1999 yılı olsa gerek..? (Ogo : "Kartpostalı 1997 ya da 98 yılında aldım!") - Ankara Gar'ında bana göndermek üzere bu kartpostalı satın almış, göndermeyi unutarak :) yıllar sonra yanında Paris'e götürmüştü. Üzerindeki metin ve tarihe bakılırsa 13 Mayıs 2000'de Paris'te kartı bulup göndermeye karar verip şöyle yazmıştı : "Selam! Sana yıllar evvel aldığım bu kartı yollamak bir türlü kısmet olmamıştı! Nasip kısmet! Bu kart Paris havası teneffüs etti! Darısı başına :) Kendime mekan arıyorum! Artık davetlim olursun." Ve fakat anlaşılan o ki bu kartpostalın kaderinde postaya verilmeden Ogo ile birlikte Barcelona'ya gitmek vardı! Kartpostaldaki metnin üzerine yapıştırılmış 29 Mart 2007 tarihli küçük sarı post-it'te bu sefer de şunlar yazıyordu : "Abi! Paris-Barcelona bu kart iyi gezdi! Artık sahibine ulaşsa iyi olur! Sevgiler!" (Ogo : "Tabii ki odayı düzenlemek için beni yönlendiren Greta'nın bu kartpostalın yıllar sonra ortaya çıkmasındaki payını unutmamalıyız!")

Kartpostalı evirip çevirdim, tekrar tekrar okuyup güldüm :) Şimdi bu kartpostalı evin baş köşesine yakışır bir anıta çevirmek için bir çerçeve arıyorum!

Ama kartpostalın maceraları henüz bitmedi! Kendisi çerçevesinden bir daha çıkacak zira Ekim'de Barcelona'ya benimle gelecek ve en keyifli dostlarla şarap içerken hikayesini anlatıp tekrar tekrar güleceğiz! (Greta : ""Haydi buraya gel, vamos a comer paella - paella yemege gidelim")

Bu arada benim de benzer bir hikayem olduğu aklıma geldi yukarıdakileri yazdıktan sonra kendi kendime gülerek okuyunca;

Kütüphanemde yıllardır duran bir kitap var, adı "Kahve ve Kahvehaneler". Kapağını açınca el yazısı ile şöyle bir not karşılıyor okuyanı;

"Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül muhabbet ister kahve bahane...
14 Kasım 1998, İstanbul
Hakkush, Ogo, Erol, Yasemin ve Öykü"

1998 yılında pek eğlenceli bir ekip hep beraber İstanbul'a gidip Ogo ve Öykü'nün mihmandarlığı ve her ikisinin de ayrı ayrı keyifli ev sahiplikleri ile o zamanlar Tepebaşı'nda gerçekleştirilen kitap fuarına gitmişlerdir. Herkes kendine göre kitaplar bakınırken şöyle bir fikir atılır ortaya; O zamanlar Amerika'da yaşayan keyif insanı Mete Dobushka'ya adına yakışır bir kitap alıp içine notlar düştükten sonra kendisine yollayıp memleket ve arkadaş özlemine dayanamayıp memlekete dönmesini sağlamak!

Fikir hayata geçirilir, kitap alınır ve kitabın 25.sayfasına düştüğü nottan hatırladığımıza göre Öykü'nün Beşiktaş'taki kutu gibi evinde fındık aromalı kahveler yudumlanır ve yanında uğur böceği şeklindeki çikolatalar yenirken herkes Mete'ye söylemek istediklerini kitabın sayfalarının kenarlarındaki boşluklara yazar.

Ekran kararır... Görüntü tekrar geldiğinde yıl 2007'nin Nisan ayıdır ve kitap Mete'de olmadığı gibi memleket sınırlarından hiç çıkmamıştır bile :( Martin Mystere, kitaba gülümseyerek bakarken Mete Dobushka'nın İstanbul'da birkaç hafta önce yenen yemekte söyledikleri gelir aklına : "Yeni anılar yaşamalıyız arkadaşlar!"

Kitabın bir sonraki kalabalık yemekte nasıl keyifli bir mevzu olacağı düşüncesi, yıllar önce yaptığı tembelliğini unutturur Martin Mystere'ye... Hem nasılsa Ogo da unutmuştur kartpostalı postaya vermeye yıllardır :P

Ey, tarihimi bilen, yıllar boyunca görüşmesek de aradan hiç zaman geçmemiş gibi yakın hissettiğim arkadaşlarım! Son zamanlarda o kadar "İyi ki varsınız!" dedim ki, biraraya geldiğimizde ilk işim şerefinize kadeh kaldırmak olacak! İyi ki varsınız, umarım "gerçek" arkadaşı olmayan insanlar yoktur şu hayatta...

6 yorum:

Adsız dedi ki...

varlığımız varlığınla varoluyor
seni seviyorum...

Hakan Dinçer dedi ki...

Bi tanesin diyorum :) İyi ki varsınız hepiniz..!

Adsız dedi ki...

Greta'yi iyi taniyan bir okurunun bana dedigi uzere hic kimse paella yemege bu kadar icten davet edilmedi... ;-) Artik ok yaydan cikti. Bekliyoruz. :-)

Bir yandan Ankara garinda bu kartpostali aldigim ani hatirliyorum. 1997 olmali, 1999dan evvel o kesin. Ankara garindaki kartpostal satan büfede eski tarihli artist kartpostallari ararken bunu buldugumda muzipçe gözlerim parlamisti. Karti hemen o günlerde sana iletmis olsaydim bu güzel yazini okumamis olacaktik muhtemelen. Soruyorum kendime: ben mi onu gezdirdim, o mu beni sürükledi? :-) Kitaplar, not defterleri arasinda özenle(!) yillandirilmis kartpostali ne benim vaktinde bulmus olmam, ne de neredeyse 10 yil sonra senin cerceveleyecek olman bir rastlanti olabilir.

Konunun bilimsel aciklamasini karmasiklik teorisi uzmanlarina birakiyorum. Beni tembellikle suclayacak olanlara da hadi len diyorum.

Dostluk, "Nigdeden Barselonaya", "kahveden paellaya", paylastigimiz ve paylasma ihtimalimiz olan anilarin bazen anlasilmaz bicimde icice gecmesi ve bu nefis yazi gibi detaylar sayesinde hatirlandiginda daha da bir anlamli oluyor. Bu nedenle bir gün Mete Dobushka'nin da kitabina ulasacagina inancim sonsuz: "Yeni anılar yaşamalıyız arkadaşlar!"

Unknown dedi ki...

gozlerim doldu yahu...
unutmusum bile bu kitabi... findikli kahveler yaptigimi, ugurbocekli cikolatalar hayal meyal.

yapalim dostlar ya, daha fazla ani yapalim sahiden. oncekileri de unutmadan...

- bingil oyku.

Adsız dedi ki...

ne yalan söyleyeyim, bu kitap mevzusunu ben de hiç hatırlayamadım. ama fındıklı kahve ve teneke kutudan çıkan aromalı bisküvileri net hatırlıyorum. çünkü, o tarihte öykü, biz ankara bozkır görmemişlerinin gözünde piramidin bir üstüne geçmiş bir insandı.ikramlar üst üste gelirken, hakanla eziklikle hayranlık karışık göz göze geldiğimizi anımsıyorum.

Hakan Dinçer dedi ki...

Evet evet taşradan gelen gençler olarak Öykü'nün Nişantaşı marketlerinden aldığı limonlu biskuvilere önce imrenerek bakmış en sonunda domuz yağı içermediğine dair müftü fetvasından sonra yemiştik hatta :P